Yusyuvarlak yer küresinin neresinde bir Doğa huysuzluğuyla ruhsuzluğu sonucu hışımlı bir Azrail gösterisi; yahut insanların insanlara karşı bitmez tükenmez yeni bir cellatlık tefrikası; yahut da salgın bir hastalık belası gerçekleşse; hemen tüm dünyadaki milyarlarca evin içinde, TV ekranlarından dehşetle izlenebiliyor.
* * *
Ve kimlerin nerelerde daha güvenceli, daha şenşatır; kimlerin nerelerde elleri böğürlerinde kalmış, pesperişan yaşamakta olduğunu bir kez daha görüyorsunuz.
Bu tür bir bilincin keskinleşip yaygınlaşmasına karşı, vaktiyle her türlü önlemi almaktan kaçınmayan, bol garibanlı yörelerin yerel politikacıları; yavaş yavaş düşürmeye başlıyorlar ellerindeki kalkanlarla topuzları.
* * *
55 islam ülkesinin toplam nüfusu kadar nüfusu olan, 1 milyar 300 milyonluk Çin'in güneybatısını, 7.8 büyüklüğünde bir deprem vurdu; hem de dakikalarca süren bir deprem.
Çoluk çocuk kaç bin kişinin ezilerek ölüp gittiği, kaç bin kişinin kaybolduğu ve enkaz altında hâlâ daha kaç bin kişinin bulunduğu tam belli değil.
* * *
En azgın depremlerde bile en az kayıp veren ülke Japonya.
Bakalım Çin, dakikalarca sürmüş olan büyüğün de büyüğü böylesi bir depremden gelişmişlik grafiğine kaç puanla çıkacak?
* * *
Cumartesi akşamı, arada sırada garip bir refleksle bağırarak, yerimden fırlaya fırlaya Galatasaray'ın şampiyonluk maçını izlerken; aklıma ne Myammar'ı hallaç pamuğuna çeviren kasırgayla, ensesinde 40 yıldır boza pişiren askeri cunta geliyordu; ne de Türkiye'deki enflasyonun bir engerek yılanı gibi dikilmeye başladığı.
* * *
Eski Roma'daki gladyatör gösterileri, ispanya'daki boğa güreşleri, Formula 1 yarışları gibi; futbol maçları da insanları, toplumsal ve bireysel sıkıntılarla, yönetici kepazeliklerinin dışına çıkartıyor, günler boyu avutuyordu.
* * *
Galatasaray'ın galibiyetiyle kesinleşen şampiyonluk, uzaydaki bilinmez hazineleri ele geçirmişçesine coşkuyla kutlanırken; ekranda bir laf dolaşır gibi oldu, kafeste bir aslan getiriliyormuş.
* * *
Bir süre sonra gerçekten de, bir kamyonun üstüne konmuş kocaman tel bir kafes içinde bir aslan getirildi stada.
Zavallı aslan suspus, ne yapacağını şaşırmış gibiydi.
GS'nin simgesi anlamına, kocaman tel bir kafes içinde oralara getirilmiş olan aslan; bir de kafesinden çıkıp, kendi doğal özgürlüğüne kavuşuverseydi de, anlaşılsaydı kafesin içindeki aslanla, dışındaki arasındaki fark.
* * *
1936 Eylül'ünün son akşamında, bendeniz henüz 8 yaşındayken; babamla Göztepe'den kalkıp, Galatasaray'ın Ortaköy deniz kıyısındaki yatılı ilkokuluna gelmiştik.
Ertesi gün okullar açılıyordu ve sabah erkenden kalkmamak için beni, akşamdan getirmişlerdi okula.
* * *
ilkokulun bahçesinde, taşradan gelme 3-5 çocuk daha vardı ve Beyoğlu’ndaki Mekteb-i Sultanide, Tevfik Fikret'in müdürlüğü döneminde burslu bir öğrenci olan babam; o zamanki okul numarasını bana da verdirterek, beni de GS'nin bu kez ilkokuluna getirip bırakmış ve Müdür Muavini Lütfü Bey'in uyarısıyla da, bana görünüp vedalaşmadan çıkıp gitmişti okuldan.
* * *
8 yaşında, bir eylül akşamında, hiç bilmediğim bir yerde, bir deniz kıyısında yapayalnız kalmıştım.
Yemekhanede beyaz örtülü uzun masalar bomboştu.
Yatakhanede de, yanlarında uzun tahta dolaplarıyla, beyaz pike örtülü demir karyolalar, ıssız sessiz uzanıp gidiyordu.
* * *
Ertesi gün, ilkokul 3'üncü sınıfla eşdeğer, sadece Fransızcaya çalışılan hazırlık sınıfına M. Robin girmişti.
Sabah okula dolan çocuklardan, bendeniz gibi hazırlık öğrencileri, hep birlikte ayağa kalkmıştık.
M. Robin:
- Asseyez-vous; oturunuz demişti.
Oturmuştuk.
M. Robin bu kez:
- Levez-vous; kalkınız demişti.
* * *
ilk Fransızca dersi, oturup kalkmak üstüne başlamıştı. O yaşlarda oturup kalkma talimlerinin bir ömür boyu süreceğini henüz bilmiyorduk.
* * *
1936'dan 1946'ya kadar, ömrümün en uzun 10 yılı geçti GS'nin sınıfları, koridorları, bahçeleri, yemekhaneleri, yatakhaneleri içinden Aslan amblemiyle hiç karşılaşmadık. Soğuk Adnan, Donsuz Dündar, Karga Orhan benzeri; lakabı aslan olan bir arkadaşımız da olmadı.
* * *
Tüm yer küresini evlerden izleme olanağı gerçekleştirdikten sonra, bizim GS'nin de ortamına bir aslan yerleştirilmiş anlaşılan.
Ama kafese konmuş bir aslan, bendenizin hoşuna hiç gitmedi. Hangimiz kafeslenmek için geçtik ki o sıralardan; bazılarımız demir parmaklıklar arkasına sokulmuş olsa bile?..
* * *
Çin, beylik deyimle yaralarını sarmak için uğraşacak; bendeniz de bir türlü gelişmiş olamamanın; kimlere daha nelere mal olacağıyla, ata tuta nelere özendiklerini düşünmemeye uğraşarak...
Tıpkı 8 yaşında bir deniz kıyısına bırakılıvermiş bir çocuk gibi...