Bir zamanlar memleketin birinde iki veli yaşamış. Biri dağda çobanlık yaparken diğeri şehirde ayakkabı tamircisi imiş.
Gel zaman git zaman bunlar birbirlerinin ününü duymuşlar.
Ayakkabıcı olan çobanı ziyarete gitmiş, giderken hediye olarak mendiline sardığı bir köz götürmüş. Tabii keramet mendil yanmamış.
Çoban olan misafirini usulünce ağırlayıp göndermiş, vakti gelince de iade-i ziyaret edeyim demiş.
Ayakkabıcının hediyesine karşılık kesenin içine koyduğu sütü vurmuş sırtına düşmüş yola.
Bulmuş ayakkabının dükkanı içi süt dolu keseyi duvarda civiye asıp sohpet etmeye başlamışlar.
Derken içeri alımlı mı alımlı, güzelmi güzel bir dilber girmiş. Ayakkabı diktirmek istediğini söylemiş. Ayakkabıcı ölçü alıp sohpet ederken duvarda asılı keseden süt damlamaya başlamış. Ayakkabıcı, çobanın kalbini bozmaya başladığını anlamış. Müştetisini gönderdikten sonra çobana dönüp; sen var git köyüne, buralar seni bozar. Marifet dağda üç keçi beş koyunla değil, şehirde nefisle uğraşmakta diyerek misafirini yollamış.