Beni hep büyülemiştir adalar. Çocukluğumda bile bir adada yaşamayı hayal ederdim hep. Robinson crusoe gibi. Tek başıma adada olmayı, orada yaşamımı devam ettirmeyi düşlerdim. Kuşların, okyanusun, böceklerin ve ormanın gizemli sesleriyle birlikte doğayı dinlemek isterdim. Ama giderken yanıma öyle gerekli şeyler almazdım. Nasıl olsa doğa açardı bana kucağını. Yiyecek, içecek ve barınağı doğayla yapmak isterdim. Bir de günlük tutardım belki, tıpkı robinson gibi. Bir daha da oradan ayrılmak istemezdim. Güneş, kumsal, masmavi okyanus.. Fırtınası bile ayrı güzel olurdu. Ha bu arada yanıma hiçbir şey almak istemezdim demiştim ya, düzeltiyorum; kasalarca içki, kartonlarca sigara, bir sürü boş yaprak ve kalem alırdım. Ama geri kalanı doğadan.
Ada, insanı olgunlaştırır. Adada verilen yaşam mücadelesi insanı güçlendirir. istese de adadan kaçamayacağı için insan, sabretmeyi öğrenir. Yalnızlığa alışır iyice. Özgür hisseder. Hayatı boyunca içinde biriktirdiği çığlıklarını tek nefeste haykırır. Bağırır gücünün yettiğince. Sesi yankılanır geri döner kendisine. Ve kimse duymaz. Hoşuna gider bu. Bir daha bağırır. işte o zaman gerçekten özgür hisseder insan. Ne insanlar vardır, ne toplumsal kurallar, ne de uyulması gereken ahlak kuralları. Yalnız ve özgürsündür.
Gerçi Ben bunları bir tek farkla yapmak isterdim. Yanımda benimle beraber, benim karakterime benzeyen sevdiğim bi kadının da olmasını isterdim. iki kişilik de yalnız olabilirdik böylece. Ve o yalnızlığı sonsuza dek o adada sürdürürdük.
Evet, Ada sihirli bir sözcüktür. Garip bir yanı vardır adaların. her zaman büyüleyici bir yanı vardır. Zaten Ada kelimesi başlı başına bi dünya demektir. belki de insanın bir daha geri dönemeyeceği ayrı bir dünya..