Hislerin kalibrasyonu olsa daha doğduğumuz ilk günden beri bozuk olduğumuz gerçeğini belki biraz değiştirebilirdik. Heycanımızın, sevgimizin ve hatta mutsuzluğun hassasiyetini bir makinenin sağa ve sola dönen çarkı gibi ayarlayabilseydik gerçekten 21. Yüz yılın "makine insan" unvanına layık olabilirdik. işin en çetrefilli ve karmaşık yanı da burada başlıyor. Bir insanı yıllarca tanısan bile bir robot kadar hissizleşebileceğini kestiremiyorsun. Ve etten bedenin, demirden mekanik bir kalbe dayanamıyor. Her bıçak senin etini keserken, o demirde küçük çizikler bırakıyor. Aynı acıyı paylaşmış, söz gelimi yoldaş olmuş oluyorsunuz. Çabalamadan dik duran surete, titrek bacaklarla sırtını doğrultup gülümseyebiliyorsun. Kronik yalnızlık hissi de burada başlıyor. Kafanda ki meclis onun başka, midende ki kelebekler onun başka bir insan olduğunun münazarasına duruyorlar. Daha tek kişiyken bu denli gürültü yapmak, belki beyninde ki nöronları yaşlandırıyor. Kafana giren migren belki bir nebze psikolojik acını, fiziksel acı ile unutmanı sağlıyor. Kötünün iyisi için seviniyorsun belki de. Hal böyle olunca başka bir insana, başka bir şehre, başka bir bedene kaçmak istiyor insan. Kaçtıkça da fark ediyor insan; insan, kendi ayaklarından kaçamıyor. Bir kafes oluyor kilometrekareler. Yalnızlığın gürültüsü ağrıtıyor başını... Oysa gerçekten hislerin kalibrasyonu olsa bu satırlarda kendimi arıyor olur muydum? Tanrım üzgünüm ama 7 milyar insan bozuk. Muhteşem değiliz. iyi bile değiliz. Hatta becereksiziz. Ne üzülmeyi becerebiliyoruz, ne sevmeyi... Hatta ölmeyi bile beceremiyoruz.
itiraf ediyorum sözlük, günün ortasından başladım güne, saat öğlen 3'te. Ve mis gibi kuş sesleri ile değil kavga ve hakaret sesleri ile uyandım. Günaydın.