sinema

entry183 galeri video2
    136.
  1. beni en çok kendine çeken, sinemadır. roman'ı bu kadar sevmedim hiçbir zaman. kendi çapımda sinemada son dönemde gözlemlediğim birkaç noktaya değinmek isterim.

    son dönem amerikan sinemasında, özellikle indie drama'da biraz daha doğal tonlara, daha az edit'lenmiş anlatı şekline kayış hissediyorum. bunu özellikle gözümüze gözümüze sokulan hollywood yıldızlarının görkemli görünüşlerinden sıyrılıp, daha sade ve makyajsız rolleri benimsemelerinden de sezinleyebiliriz. izlediğim son filmlerde, amerikan filmlerinde görmeye alışık olduğumuz abartılı ögelerdense, tam da hayatın içinden olmasıyla bizi yakalayan adeta belgeseli andıran tarzı görmeye başladım. bu konuyla da alakalı bir şey, elbette. bu değişim bana aslında sinemada görmek istediğim yönetmenlik ve oyunculuk ögelerini hatırlatıyor. yani, insana ayna tutmaya çalışırken, kasıntı bir motivasyonla , çözülmeyi bekleyen bir problemin doruk noktasında çözülüp, hayatın ritminin normale döndüğü bir dizi olayı aktarmaya çalışan filmlerin seyirciyi gerçek hayat ve sinemadaki hayat ayrımına ittiğini söylemek gerek. halbuki gerçek hayattır sinemaya yol açan. uyandığında, dakikalarca kendine gelemeden duvara bakmandır gerçek hayat. hayat, filmlerde giriş-gelişme-sonuç şeklinde anlatılan ve "başımıza gelen" şeylerden bazen fazla, bazense daha azdır. hangi konu temele alınırsa alınsın, kahramanların serüvenlerini hayatın ellenmemiş o ham resmi içerisinde aktarmalı.

    örneğin, bi karakter var, bu karakterin çok duygulu biri olduğunu anlatmak istiyor senarist ve yönetmen. bunu tutup da başka bir karaktere " ben çok duyguluyum, şu romanda şu kadar ağladım" dedirterek anlattığı an, kusasım geliyor. ama mavi en sıcak renktir filminde karakterin ne olduğunu siz eylemlerinden çıkarmaya çalışıyorsunuz, gözünüze sokmuyor, tıpkı gerçek hayatta olduğu doğallıkla bize sunuluyor. adele'in tam olarak nasıl biri olduğunu aslında bilemiyoruz, ama bakışlarından, cevaplarındaki o masum, kendinden-emin olamayışından hayatı çözmeye çalışan biri olduğunu anlıyoruz. bu filmde nasıl hissetmemiz gerektiğini anlatan abartılı müzik de yok. doğa sesleri var, araba var, trafik var, sümük var, ağızdan akan salçalar var. ağızdan salça akacak, çünkü o kız filmin bir parçası olduğunu bize hissettirmemeli. hani bazı amerikan filmlerinde kadınla adam sevişmiştir, kadın o eylemden sonra çarşafı memelerini kapatmak için yukarı çeker. sözleşmesinde meme gösterme yok büyük ihtimalle. ya arkadaş onu öyle bir yap ki biz seyirci olduğumuzu unutalım.

    bunlar yüzündendir ki amerikan romantik komedilerinden nefret ederim. çerezlik bile izlemeye değmeyen film türü. bu tarz filmlerin tercih edilişindeki artış ve insanların günlük hayatlarında, konuşmalarında yer eden öge olması aslında onların hakkında birçok şeyi ele veriyor. insanların rom-com'larda aradığı, tatlı tanışma sonrası insanın içini ısıtan ve özellikle erkeğin kadının peşinden koşması üzerine kurulu olayların iğrenç bir yapaylıkla anlatıldığı şey. şimdi endüstri kültürü ve postmodern özne'ye girmek istemiyorum aslında ama burada seyirci geçici bir mutluluk satın alma peşindedir ve sinemada satın alırken çekinmediği şey onun rom-com'da gördüğü şeyleri doğallıkla kabul etmesi, kendi hayatındaki aşk anlayışını da bu kabul üzerine kurmasına yol açar.
    bahsedilen seyirci sinemaya gider ve hepsinin hemen hemen birbirinin kopyası olduğu romantik komedilerden birkaç saatliğine iyi hissettirecek olanını, oyuncunun yakışıklılık ve güzellik kriterlerine göre değerlendirerek seçtikten sonra parasını öder ve sevgilisiyle gerçek hayatta gerçekleşmeyecek olduğunu düşündüğü romantik birkaç olayın anlatıldığı bu filme girer. film boyunca erkeğin kadını elde etmeye çalıştığı, başroldeki kadının seyirciler arasındaki kadınların hepsini "the one" hissettirdiği, kadının ulaşılacak bir hedef ,erkeğin sadece romantik şeyler sunduğu bir obje olarak resmedildiği filmde gördüğü aşk, onun için "ideal" dir. gerçek değildir, gerçek olsa'dır. aşk tasavvuru işte tamamen bundan ibarettir. bunu da zevk nesnesi olarak sinemada izler. kendi hayatında ise, aşkı yaşamak yerine, aşka sürekli gönderme yaparak, onu göğe çıkarır. erkek ve kadın mükemmel olmalıdır, ama olamaz'dır. sinemadaki erkek ve kadın mükemmel/ideal/tam olan aşığın göstergesi olarak zihninde konumlandırılır. o yüzden bu insan kendi hayatında özgün bir ilişki yaşayamaz. evet tecrübeler biriciktir; ancak kadının da erkeğin de ilişkideki rolü, birbirlerine hissettikleri hakiki duygular üzerine kurulu değil; olması gerektiğini düşündükleri bir dizi altı boş söz ve eylemlerle karakterize olur. bu yüzden ne olur iyi filmler izleyelim.*
    1 ...
bu entry yorumlara kapalı.
© 2025 uludağ sözlük