Çınarlarına kargalar üşüştü elbet.
Hasat zamanlarında pancar kokusu, mısır koçanlarına karıştı.
Hep mor anıldı Adapazarı.
Suni olmayan ne kadar yeşil, ne kadar çaba varsa hep onda.
‘Sakarya’ parantez içinde bir kent burası, eğim nedir bilmeyen bir ova, uzun yıllar, uzun kar yağışlarından önce, mahalledeki birkaç delikanlı belki de dizlerindeki tarla yarasını unutmak, sırtlarındaki ter damlasını kurutmak için çömeldiler toprağa.
Dimağlarında hep o coşkun düşünce.
Emeğin boşa gitmeyeceği, şehirleri için verecekleri mücadelenin başlayacağı, çamurlu Sakarya sahasının etrafını bayram yerine çevirecekleri gün gelecek ve o delikanlıların adı tarihe Tatangalar olarak yazılacaktı.
Tatangaların doğduğu yerden maratondan kalkan bir rüzgâr, cadde boyu gücüne güç katacak, şehrin tam göbeğinde Orhan Bey hatırasını yalayacaktı.
Maraton yalnızca Sakaryaspor adının çığırıltığı, basamaklar yığını olmayacaktı. Maraton şehrin korosu olmakla yetinmeyecek, aynı zamanda yaşamın omuzladığı, bazen bir direniş sembolü, bazen bir yavruya kucak olacaktı.
Hangi hafıza unutabilir, vicdanın elinden yazılan pankartları.
Savaşın belkemiğine basarken sağ diziyle, şu sözleri haykırıyordu. ‘Anaları yavrularından ayıranlar, menfaatleri için canlara kıyanlar, hesaplarını tarihe vereceklerdir. Onlar için direnmek sadece cephede değil, şehrin muhtelif yerlerinde, sabırlı kaldırım taşlarında, tribünün tellerinde, kütüphanelerde, amfilerde, camilerde direnmek demekti. Onlar için direnmek naif bir gelin gibi süslenen Gazze’ye koşup alnından öpmekti. Tatangalar için sanki ne farkı var, Gazze’nin Sakarya’dan, Kubbe’tül Sahra’nın sanki hiç mi hakkı yok Yeni Cami gibi bir meydanda özgürleşmeye.
Nasıl ki bir kartopu üşüdükçe büyür. Onlar da bu şehrin getirdikleriyle, bir yangından arta kalan şeyle büyümesini bildiler. 1999 depreminden sonra Sakaryaspor’un ligden çekilmesiyle daha bir sarıldılar şehirlerine.
Depremde anaların gözyaşlarını, çocukların baba diye bağırışlarını unutmadık, unutmayacağız.. Unutanları utandıracağız. Sakarya’nın haykırışı; meydanlarda halkın sesini duyuracağız. Daha sıkı sarıldılar çünkü sotelerin ısınmaya ihtiyacı vardı, biraz da tebessüme.
Tam şehrin yarası kabuk bağlıyor derken 2002’nin Eylülünde, dokunaklı bir türkü yakıldı Sivas ellerinde. 54 TK 525 olay yerinde ölü bulunan ıssız plaka. Sakaryaspor kafilesi geçirdiği kaza ile şehitler verdi. Aykut Yiğit, Fırat Öndil, Cüneyt Çupu, Fevzi Ergünoğlu, Selami Uludağ, Fethi Gültekin… Hepsi de yolun bittiği yerden ahrete göçtüler yani deplasmana giderken ev sahibi olmak neymiş bildiler. Tam bu sırada Tatangaların ‘Vefa sadece boza değildir’ pankartını hatırlatan Van ziyareti geliyor akıllara. Vanlı çocukları da yanına alan Tatangalar, Fırat’ı evinde ziyaret ederken, onu rahmetle ve hasretle andı.
Komşusu açken tok yatan bizden değildir felsefesiyle hareket ettiklerinden mahallesindeki ihtiyaç sahiplerini gözetip kolluyor, yeryüzündeki tüm afet bölgelerinde yardımlarda bulunuyor, okullara kitap ve kırtasiye yardımlarında bulunuyor. Yaşanabilecek bir dünya için hatıra ormanı projesini hayata geçiyorlar. Sadece memlekette değil, dünyada da kendisini hissettiren bu adamlar, Yahya Kemal’in Süleymaniye’de sezdiği bayram sevinicini Somali’de yaşadılar, yaşattılar. Endonezya’da kurdukları futbol takımına Tatangalar adını verdiler ki sevdanın yeri ve ligi olmadığını ispatlasınlar.
Şimdi tarlada soluk soluğa bir çocuk olarak değil, olgunluk çağını yaşayan bir yetişkin olarak karşınızda.