Komünal ve ilkel toplum içinde insanların arzulara ve isteklere " yeter! " diyebildikleri ölçüde anlam kazanabilmiş olan özgürlük hissinin ve eylemlerinin sınırsız olduğu iddiasıdır. Ekonomik üretimin ilişkilerin gelişmesi sonucu farklılaşan üretim süreçleri , artı-değer , artı-ürün gibi kavramsal olguların farklı sınıflar yaratması ve bu sınıflar üzerinde devletler kurması sonucu zaten sınırlı olan özgürlüğün teori ve pratikte daha fazla sınırlanmasına yol açmıştır. Bir zamanlar üretim ve bölüşüm sürecini asabiyet nosyonu üzerinden gönüllülük ve rekabetçi olmayan işbölümü yoluyla insani yaşam tarzları oluşturan insanoğlu özgürlüğün bu sınırlayıcı etkisini farketmiş ve yarattığı dinler , devletler , sınıflar üzerinden doğaya egemen olma mottosu ile insanlara sonsuz ve sınırsız özgürlük sunarken aslında insan-doğa , çevre-merkez arasındaki doyum sürecini ve paylaşımcılığı yokederek bilinçli olarak özgürlükten kaçmıştır.
Ademi-merkeziyetçiliğin egemen olmadığı her türlü platformda ve doğada sınırsız özgürlük bulabilirken ve Spinoza'nın kaosta gördüğü düzen misali , insanın doğaya karşı bir savaş arenasına çevirdiği toplumsal platformlarda ne yazık ki özgürlüğün klikleşmiş sömürüsünden ya da en iyimser biçimiyle özgürlük kavramının nefes alıp-verme ile ilgili basit yorumunundan başka bir şey yoktur.
(bkz: Erich Fromm)
(bkz: Özgürlükten Kaçış)