Hammamizade ismail Dede'nin ferahfeza peşrevinin yüreğime üflenmesinden birkaç gün sonra artık o sesler zihnimden hiç çıkmıyordu. Sanki aklımın ipleri kopmuştu. işte benim hikayem de böyle başladı:
Osmanlının tarihi şehirlerinden birinde, birgün hayırsever bir tüccar ehli müslim için bir ibadethane yaptırmaya karar verir. Şehir o zamanlar daha yeni gelişmeye başlamıştır. Tüccar buna istinaden cami-i şerifi bir kaç evin olduğu , tesbih seslerinin nice hodbeş yaratığın sesini bastıramadığı bir araziye yaptırır. Böylece insanlar; geceleri cinlerin, iblislerin, gulyabanilerin cirit attığı bu diyarda Allah'ın izniyle gezebileceklerdir. Gel zaman git zaman camii şerif yapılır; bir kaç saçsız ihtiyar harici kimse dinin direğini yerine getirmek için bu cennet-mekana uğramaz olur. o ihtiyarlarda rablerinin huzuruna ulaşır, bu alemden göçerler.Bu böyle yıllarca sürer gider sonunda cami şehre küser, şehir camiyi unutur. Rivayetlerde buranın adı hep şehreküstü diye anıla anıla muhterem bir zat olan devrin kadısı bu mahallenin adını şehreküstü koyar.
Bu efsaneden yüzyıllar sonra Nizam Efendi adındaki zat-ı muhterem; Emir Sultan hazretlerinin damadı sultan yıldırım-bayezid han hazretlerinin yaptırdığı cihandaki dördüncü mihrab diye anılan cami-i şerifin yanından geçerken birden garip sesler işitir. Erbab-ı livatadan iki utanmaz şahsın çıkardığı seslere anlam veremeyen Nizam Efendi bedestenlerin içinden kendine kestirme bir yol aramaya koyulur. Zifiri karanlıkta yolunu bulamayan Nizam Efendi yüreğindeki sesi dinleyerek artık şehrin merkezinde olan şehreküstüne inen bayırın başında buluverir kendini. Gönlüne yerleşen ferahlıkla kendini yolun akışına bırakırken onu görünce irkilen iki ihtiyarın yanından geçerken '' gecenin şerri sizden uzak olsun '' diyerek dualarını onlardan eksik etmez ve dar sokaklarda yolunu bulmaya devam eder.
Kafasında dönen sorulara hala bir çözüm bulamayan Nizam bir kaç gün önce duyduğu peşrevi yanıbaşında işitir. Nizam Efendi bir kaç metre ötede Hammazide ismail Efendi'yi ve onun peşinden koşan kara giysili, başlıkları yüzlerini kapatmış adamları gördükten sonra; gönül perdesini açan bu adamı kalpleri kararmış haramzadelerden kurtarmak için arkalarına atılır. ismail efendi önde, haramzadeler arkada bir müddet koşuşturduktan sonra surların önüne
kadar gelirler. ismail efendi ve haramzadeler surların arasında yıkık dökük bir yere girerler. Haramzadelerden daha ürkütücü bu mekana girmekte bir an tereddüt etse de aklındaki sorulara bulacağı cevabı bir tek ismail efendinin vereceğini düşünerek onların arkasından surların içine dalar. Bir anda kendini bir zindanda bulan nizam efendi zifiri karanlıkta yolunu bulmaya çalışır. Gözleri karanlığa alıştıktan sonra yerdeki suların yansımasıyla yolunu bulan nizam efendi işittiği sese doğru hareketlenirken arkasında cüppeli adamların nefesini hisseder. Yaşadığı bu korkuyla koşmaya başlayan nizam efendi peşrev eşliğinde bir sesin '' üçler, yediler, kırklar, binler, mevlana celaleddin rumi, şems-i tebrizi, '' diye fısıldadığını işitir ve bu sözlerden sonra içinde bir ürperti hisseder. bu ürpertiyi hayra yorarak kafasını kaldırır. karşısında etrafı kaplayan nurani ışık göremediği ismail efendinin üzerinde yoğunlaşır.
Işığa doğru giden nizam efendi birden o nuru kendi içinde hisseder.Aslında ışık onun içinden çıkmaktadır ve birden yükselmeye başlar. içindeki ışıktan dolayı hiçbirşey göremeyen nizam efendi birden ayaklarının altında yeri hisseder. gözlerini açar ve kendini şehreküstü camiinin içindeki şadırvanda semayı izlerken elinde bir çınar fidesiyle bulur.
Tüm bunların bir görmeceden ibaret olmadığını kanıksayan nizam efendi artık bazı sırlara vakıf olduğunu anlayarak bu mekanı terk-i diyar etmeye karar verir. Yavaş yavaş şehreküstü meydanından yıldırım bayezid cami-i'ne ve medreselerin olduğu yöne doğru yürümeye başlar. Tepeye ulaştığı sırada gün ağarmaya yeni başlamıştır. bu sırada talebelerin medreselere doğru mevlevilikteki '' şeriat, tarikat ve hakikat kapı'larından girmeye gittiklerini görür. hakikat kapısından giren bir talebenin kafasına bir şaplak atıverir ve öğrencinin hiçbir karşılık vermemesinden emin olur ki iyilik de kötülükte birden gelir. var olan yada olmayan herşey birdir. bundan emin olduktan sonra yürümeye devam eder. yamacı inerken abdestaheden aldığı ibrikle yoluna devam eder. bir süre yürüdükten sonra bulduğu müsait yere elinde çınar fidesini diker ve dualar eşliğinde ibrikteki suyu boşaltıverir. bu andan sonra nizam efendiyi belkide
nizam efendi isminde gören olmaz vede belkide oda kaybolmuşlardan yada varolmuşlardan biri olur.
işte benim oturduğum duaçınarı semtinin adı böyle konmuştur ve insanlar hala o çınarın altında serinlemektedirler.