küçük yerde yaşayan küçük insanların hikayesi, hayatı yakalamaya çalışan genç insanlar için hayatı gerçekten zor hale getirebiliyor. babaanne kokan bir ev, sol üst köşede duran kuran-ı kerim, sen hangi duaları biliyorsun diye soran babaanne.. en zoru da bunların üstüne; yine mi dışarıya çıkıyorsun ? eve gelmeyecek misin ? sorularının eklenmesi. hatta alt kattan duyulan "bu çocuk yine nereye gidiyor ?" fısıltıları. insanlar çocuklarının "eşcinsel" olduğunu kabul edebiliyorken benim babam hala oğlunun iki adet dövme sahibi ve kulağında iki adet küpe olduğu gerçeğini kabul edemiyor. gel gelelim hepimiz birer vücuda, düşünceye, istekler ve arzular zincirine sahip olan birer insanız. ama en önemlisi de anlayış sahibi olması gereken bireyleriz. pembe dünyalarında benim ailem beni hala çok çalışkan, kışın okulunda yazın işinde bi' adam olarak görürler. çok güçlü olduğumdan eminler fakat bir kere bile, herhangi bir olay için "sen bunu yapabilecek güçtesin" diye yüzüme söylememişlerdir. onları suçlamıyorum zira onların da dertleri başlarından aşkın. saatlerce yemek yemeyip su içmeyip kendilerini sınamak zorundalar. bense bunların hepsini topyekün saçmalık olarak değerlendiriyorum. işin garibi ailemden ayrılmadan, henüz onların burunlarının dibindeyken dahi böyle düşünüyodum. yani olay onlardan kopmuş olmam değil zira onlardan kopmamın sebebi bilakis bu bilinç sanırım. bilinç demişken iş arkadaşımla sabahlara kadar süren muhabbetimizin bitiminde sonucuna bağlayamadımığız bir tartışma var aklımda. cehalet mutluluk mudur ?
bir şeylere körü körüne inanan yahut mutlu olmak adına etik veya ahlaki olmayan hareketler sergileyen, bilmediği şeylerden biliyormuş gibi bahsedip o şekilde hareket eden, sadece sevişmek için eşini aldatan ve bunun savunmasını da "sitende havuz var diye denize girmez misin ?" diye yapan, yiyip, içip, sızıp ay sonunu düşünmeyen ve doğal olarak maaş günü geldiğinde patronuna boynunu eğip utanıp sıkılan adam mı daha mutludur ? yoksa sürekli ömrü sorgulamakla geçen, kendi çizgisini bozmamak için bir çok arkadaşlıktan, beraberlikten, yaşayabileceği hikayelerden feragat eden, her şeyiyle sistemli ve kendi kurallarıyla yaşayan, çok güvenip çok aldatılan(her anlamda) bir adam mı ?
tüm bunları kenara bıraktığımız zaman bir insan ne kadar bilinç sahibi olabilir ? sorusu geliyor önümüze. belki tüm bu soruların cevabını bunca mutlak bilinç sahibi olacağız. yahut bu iki insandan biri maksimum bilinç belleğine zaten ulaşmıştır, ilk özetlediğim bundan sonra yaşadıklarını tecrübe, ikinci özetlediğim adam ise bundan sonra yaşadıklarını bilgi olarak ekliyor kendisine.
işin tamamını kenara bıraktığımız zaman "insan mutlu olmak için mi yaşamalı ?" diye düşünüyo insan. sonuçta her filmi yahut kitabı beni mutlu etsin diye okuyup - izlemiyor insanoğlu.
şahsi fikrimi sorarsanız kafam kırılsaydı da şuan bunları düşünüp yazıyor olacağıma odamda mışıl mışıl uyuyan hatun kişisinin koynuna huzurla girseydim ve mışıl mışıl uyuyup mutlu olsaydım diyorum.