annem namazında niyazında biri olduğu için bu iki hocanın programlarını kaçırmıyor. özellikle nihat hatipoğlunu çok sever. geçenlerde bir güzellik yapıp onu sultan ahmet'e götürdüm. ana-oğul gezip orucumuzu açacağız ve nihat hatipoğlu'nu dinleyeceğiz. orada görevli bir arkadaş var ve 2 kişilik yer ayırttım. normalde program saat 8 de başlıyor ama millet 5-6 gibi oturup yer kapıyor. yani tam 3 saate yakın o sıcak havada, güneşin tam alnında hocayı bekliyorlar. çoluk çocuk, genç yaşlı demeden tavuk gibi tünüyor ve '' aman bir yere gidersek yerimizi kaparlar '' endişesiyle yerinden bile kıpırdamıyorlar. özetle saat 7 gibi gelen siddin sene orada yer bulamaz.
saat 7 buçuk oldu geldik biz, arkadaşın eşliğinde ön taraftan geçip oturduk seyircilerin arasına. biraz mırın kırın oldu ama olsun. anam şeker hastası falan cart curt bağladım işi. hülasa nihat hocanın sahneye çıkmasına da 5 dakika kalmış. annem telefondan ablamı, komşuları falan arayıp '' atv yi açın atv yi. nihat hocaya geldik birazdan başlayacak '' diye ön bilgi geçiyor. anne yapma çok ayıp diyorum. sus sen köyü ara, dayını çevir bana diyor. çok neşeli kadındır annem. o ara izleyicilere de '' güzel insan nihat hatip oğlu '' yazılı bandana dağıtılıyor. annem '' kukla oğlum şu şeyden bize de al da kafamıza takalım, kamera bizi de çeksin '' diyor. annem neşeli olduğu kadar zekidir de :')
çağırdım adamı 1 tane verir misin abi dedim '' 3 lira kardeş '' dedi. babababa hem nihat hocayı alnımıza takıp öveceğiz, hem de 3 lira adama bayılacağız. içime otura otura 3 lira verip 1 tane aldım. benim hayatta işim olmaz takmam onu kafama.
neyse, anam aldı taktı '' güzel insan nihat hatip oğlu '' yazısını kafasına . anne dedim, rahmetli babamın ismi yazılsa alıp takar mıydın kız dedim. kukla sus kamera çekecek bizi, sen aradın mı hem amcanları bakayım dedi. sinirden gülüyorum kadına, öyle kaptırmış ki kendini zannedersin birazdan oscar ödülü için sahneye çıkacak.
te allam, hem herkeste o bandanadan var. onu takanı değil takmayanı kamera çeker, çünkü farklı olan sensin, onlar hep aynı...
soru soracam hocaya dedi.
ne soracaksın kız dedim. süpriz olacak görürsün dedi. ama zaten '' kim soru soracak? ne soracak? '' program başlamadan kayıt yapılmış hepsi. çağırıyor annem orada görevli kızı '' kızım yaz beni oraya, ben de soru soracağım '' diyor. allahtan kız el işaretiyle '' yok teyze bitti, verdik içeriye '' deyip kaçtı.
ve program da başladı.
hoca gelince herkes hocayı ayakta alkışlıyor.
cep telefonuyla fotoğrafını çekip kameraya alıyorlar. kimisi kameraya el sallayıp telefonla konuşuyor. nihat hoca konuşmaya başlayınca da oturdu herkes kafasına göre takılıyor. çiftlik gibi. bir tane görevli çıkıp '' el sallamayın, oturun, kapatın telefonları '' demiyor.
o an anladım ki nihat hoca'nın programının kalabalık olmasından biri de kameraların sürekli seyircileri çekmesi ve seyircilerin de yakınlarına el sallayıp mutlu olması. hocayı dinleyen yok. yanımdaki çocuk cep telefonuyla çiftlik oyunu oynuyor. lan zaten çiftliktesin niye kotanı bitiriyorsun salak.
hülasa, nihat hoca her zamanki gibi '' ne şiş yansın, ne kebap '' tarzı soruları yanıtlayıp durdu. özetle nihat hoca hem soruyu soranı üzmüyor. hem soruyla muhatap olunan kişiyi üzmüyor. her daim orta yolu buluyor. aslında bana göre bu hiç sağlıklı değil. şahısları hep sabırlı, umutlu ve iyi olmak zorunda bırakıyor. ama yok işte, bazen mutlu olmak için kendi çıbanını kendin kesmek zorundasın bu hayatta.
neyse, program bitti çıktık, gittik güzelce bi iftarımızı yapıp eve geldik. ev dediğim de teyzemlerin yanındayız. annem istanbula gelmişken ablasını da görmek istedi. teyzem ile sohbet muhabbet derken konu mustafa karataş'a geldi. teyzem de nihat'tan ziyade mustafa hocayı beğeniyor.
dedim ulan yarın da mustafa hocaya götüreyim ikinizi, erken yatın güç toplayın dedim. kukla oğlum dayılarını ara o zaman dedi.
anne abartma dedim gittik ertesi gün karataş'ın yanına.
abovvvv, bir güvenlik tertibi, bir güvenlik yok böyle bir şey.
öyle nihat hoca'daki gibi saat 4-5 gibi geçip oturamaz millet. doğrusu da o zaten. sıcakta kimseyi içeriye almıyorlar. saat 7, 7 buçuk arası herkes sıraya girecek ve üst baş kontrolü yapılarak içeriye alınacak.
saat 7 oldu geldik girdik içeriye. çocuklar ayrı bir bölümde (bölüm dediğim çimenliklerin arasına koymuşlar yavrucakları ) duracak. yetişkinler de sandalyelerde oturacak. ortada izbandut gibi badigartlar kulaklıkla birbiriyle konuşup izleyicileri uyarıyor. yayının başlamasına da 5 dakka kala, görevli çıktı sahneye ve aynen şöyle dedi;
'' beni dinleyin, bırakın şimdi konuşmayı, kulak verin buraya . bakın kesinlikle kimse telefonla konuşmuyor, kameraydı fotoğraf çekmekti bunlar yasak. ayağa kalkmak yasak. konuşmak yasak. el sallamak bu da yasak.
en ön sıradaki teyzeler! bakın siz de çantanızı poşetinizi falan arkanıza alın, yayın esnasında çirkin görüntü istemiyoruz ve gülmeyin sebepsiz yere''
dedim ulan bu ne anasını satayım. nihat hoca çiflik, burası askeriye.
görevliler çocuklara bile kızıyor '' sessiz olun, itişmeyin, yayın başlayacak, bırak arkadaşınla konuşmayı '' diye
ve program başladıktan sonra da hiç susmadı görevliler. zaten ben herifleri izlemekten karataşa bile bakamıyorum. öyle bir disiplin var ki, yani görmek lazım. bir ara karataş elinle kalem getirin işareti yaptı. orda çalışan elaman '' kalem kalem kalemmmmmmmmmm '' diye yardırıp nasıl yazıhaneye koşuyor anlatamam. abartmıyorum önüne çocuk çıktı çocuğu iteleyip düşürdü koşarken.
bu ne lan?
ama şöyle de bir şey var. nihat hocaya göre karataş daha bir dobra adam. onun öyle '' şiş kebap' takıntısı yok, kim yanarsa yansın bildiğini söylüyor, yorumları çok cesurca.
hülasa ikisi arasındaki fark da disiplin bakımdan da meydana geliyor zaten.
gözlerinden de belli bunlar. nihat hocanın gözü mesela leyla olmuş gibi, sanki ot çekmiş adam '' üzülme geçer geçer '' tarzı bakıyor..
karataş da tilki gibi, hani kulaklar hep dik. daha cesur bakıyor.
özetle; nihat hoca = polyanna
karataş'da sarı çizmeli mehmet ağa sanki.
hülasa ezan okundu o program da bitti. annem '' ara bakayım dayını görmüşler mi bizi'' dedi. ben anneme baktım, teyzem bana, teyzem anneme, ben teyzeme.
ben bu annemi 30 yaşından sonra yeni yeni çözdüm. demek o düğün salonlarındaki kameraman masa masa gezip görüntü alırken tevekkeli annem boşuna çekirdek çitlemiyormuş. daha bi karizma çıkacak ya. te allam ya, '' git 3 liralık çekirdek al kuki '' derdi hep. vay vay vay...