sorunu ve başlığı şu hanım teyzelerimizin güdümünden çıkarmak gerek kanımca. böylece daha rahat bir inceleme yapabiliriz.
herkesin bildiği, ilköğretimde de okutulan bir konu var, şimdi hangi ders hatırlamıyorum gerçi, sosyal bilgiler ya da psikoloji olabilir. gürültü kirliliği konusunu işler bu ders. gürültü kirliliği insanlarda ciddi psikolojik rahatsızlıklara yolaçabilecek türden bir kirliliktir. hatta sorun sadece pskolojik bozuklukla sınırlı kalmaz, çok yüksek ses kulakta ağır tahribatlar bırakır(bunu lise mezunu her insan bilir iyi kötü).
bu ses illa ezan olmayabilir. örneğin yazlık mekanlardaki bilumum bar ve diskolar belli bir saatten sonra sesi kesmelidirler eğer açık alanda yayın yapıyorlarsa. eğer bu alan kapalı ise ses yalıtımı iyi yapılmış olmalıdır. bu yalıtımını ise gelip belediye* denetler hatta, ruhsatınız buna bağlıdır. neden bu önlemler alınır? çünkü oraya giden insanlar zaten kendi rızalarıyla bunu yapmaktadır, o sesin yüksek olduğunu bile bile giderler**. ancak o muhitte yaşayan diğer insanlar bu sese katlanmak zorunda değildir, kimse gecenin bir yarısında kadar bu sese tahammül etmek zorunda değildir eğer istemiyorsa. belki o mühitteki evlerden birinde bir bebek vardır, yüksek ses kendisini rahatsız edebilir, bebeğin korkarak uyanması sizin de uykunuzun içine edilir akabinde(sözlükteki evli yazarlar bunu iyi bilir). belki de yaşlı, emekli insanlar kalmaktadır o muhitte. bu insanlar ne manowar'a ne eminem'e, ne de disko müziğine tahammül etmek istemezler, müzikten ziyade o kadar yüksek ses rahatsız edicidir, o insanların sağlığı için de tehlikedir. hatta bu ses ani (ki sabah ezanı uykusunun derinliklerinde biri için öyledir) ise kalp krizi bile yaratabilir bünyede. az önce de dediğim gibi, yüksek sese tahammül etmek istememek bir haktır, kişisel hak ve özgürlüklerden biridir.
gene müzikten devam edelim. eğer bir apartmanda yaşıyorsanız gecenin bir saatinden sonra kimseyi rahatsız etmemek için müziği son ses açamazsınız, açmazsınız. bu en başta bir görgü kuralıdır. ha 'ben açarım' diyen arkadaşlar denemesinler, üst komşu az biraz medeniyse polis çağırır, eğer değilse ya da asabi biriyse alır eline silahı, bok yoluna gidersiniz.
konuyla ilgili henüz sansür de konulmamışken google'dan biraz araştırma yaptım. şöyle birşeylerle karşılaştım, belki alakalıdır;
Yapılan ses ölçümlerinde cami hoparlörlerinden çıkan ses düzeyinin bazı durumlarda 110 ve hatta 150 dB (desibel)'i aşabileceği saptanmıştır. insan kulağı için 35-65 dB sesler normaldir. Ancak, bu sınır aşıldığında ve sürekli işitildiğinde, yüksek ses işitme organlarına, beyne ve insan psikolojisine ciddi zarar verebilmektedir.
90 dB üzerindeki sesler çok tehlikelidir. Kulak dayanma sınırı 140 dB aşıldığında, kulak ağrısı, kulak akıntısı veya kanama, sinir hücrelerinin bozulması görülebilir. Aşağıdaki desibel tablosunda hoparlörlü cami en üst risk kategorisi içinde görülmektedir.
benim söylediklerimle üç aşağı beş yukarı aynı şeyi söylüyor. tek farkı ben orjini müzik olarak ele almışım, ilgili makale ise ezan. yalnız bir dipnot; makale çok daha detaylı ve bilimsel verilere dayanıyor, o yüzden bana itimad etmeyenler oraya yönelebilirler.
konuyla ilgili gene tesadüfen bir köşe yazısına ulaştım. yazarın ismi yaşar sökmensüer, hürriyet gazetesi yazarı. tanımam etmem kendisini, duymuşluğum dahi yoktur. ama şöyle bir yazı yazmış, daha doğrusu okuyucularının şikayetlerini dile getirmiş 2006 tarihli bu yazısında;
ÜNiVERSiTEDE okurken bir arkadaşımda kalmıştım.
Terasta yatmıştım, sıcak bir yaz gecesi.
Sabaha karşı uyandım.
Uyanmama neden olan ezan sesi miydi, alacakaranlığı sabahla buluşturan, "rengahenk" tuali ile gün ışığı mı bilmiyorum.
Ama Fellini'nin yaşamından kesitleri yerleştirdiği Amarcord'una (Hatırlıyorum) benzer bir film çekseydim, içinde o sahne mutlaka olurdu.
* * *
Müezzinin mahalleyi hoparlörsüz saran gür sesi, hala aklımda.
Ve makama uyumu.
Sadece ibadete değil, hayata bir çağrı gibiydi.
Yeni doğan güne derinden, huzurlu, sufi bir merhaba...
O gün bugün şuna inanırım:
"Ezan sesisinin gür ve güzel olması, hoparlörün desibeli ile ters orantılıdır."
* * *
Bana bütün bunları, bir müzik öğretmeninden aldığım mektup hatırlattı.
Yıldız'da Hilal Mahallesi'nde oturuyor.
Dördüncü Cadde'deki caminin kapsama alanında.
Ezan sesinin yüksek "volume"undan, müezzinin arabesk stilinden muzdarip.
Komşularıyla konuştuğunda, her gece uykusunda zıplayanın sadece kendisi olmadığını öğreniyor.
Komşusunun ilkokula giden bir çocuğu var.
Çok yüksek ses nedeniyle, geceleri altına kaçırmaya başlamış.
Evet, korkuyormuş.
Bir başkasının sorunu da müzmin uykusuzluk.
* * *
"Hepimiz müslümanız, ibadetimizi de yapıyoruz" diyor, öğretmen okurumuz ve ekliyor:
"Ama ezan çocuklara korku, insanlara rahatsızlık değil huzur vermelidir.
Ezan okumak için eline mikrofon alan kişi kendini sahnede assolist zannetmemeli.
Amfiyi gönlünce açmamalı.
Kafasına göre gırtlak nameleri ve okuma esnasında rasgele duraklamalar yapmamalı.
Ezanın vaktine göre farklı makam ve okunuş şekilleri vardır.
Sabah ezanı Saba, öğle ezanı Rast, ikindi Ezanı Hicaz, akşam ezanı Eviç, Segâh, yatsı ezanı Uşşak, Beyâtî makamlarında okunmalıdır.
Ezan arabesk ya da uzun hava değildir.
Ezan okunduğunda korkan, camları kapatan değil, açan çocuklar yetiştirelim.
Rastgele ezan, günahtır."
* * *
Diyanet işleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun bir sözünü hatırlıyorum:
"Okunan ezanın güzelliği, hoparlörün mekanik hışırtısına kurban gitmemeli."
--alıntı--
en alta diyanet işleri başkanı'nın da sözünü yazmış, iyi de etmiş. nitekim bu ülkede sünni islam inancının en yetkili kişisi bu zat. o bile bu yüksek ve detone sesten rahatsız olduğunu dile getiriyorsa bir durup düşünmek gerektiği kanısındayım.
ntv'de şimdi adını hatırlamadığım bir program da patlama yapan cami sayısı konuşuldu. 'türkiye'de son on yılda yapılan cami sayısı o döneme kadarki cumhuriyet tarihinde yapılan cami toplamının 20 katıdır' gibi bir oran telaffuz edildi, ki şu ekleme de yapıldı; 'bunlar kayıt altında bulunanlar ve bu sayıya mescitler dahil değildir'. araştırmanın güvenirliliği elbette tartışmaya açıktır ama gecekondu kültürüne sahip bir millet olduğumuzu düşünürsek, bir gecede cami kondurabilecek potansiyele de sahbiz aynı zamanda. diğer bir deyişle adım başı bir cami, her mahalleye 8-10 cami düşmekte bir o kadar da mescit düşmekte. ispat mı? herkesin kendi mahallesini gezdiğinde karşılaşacağı manzara. her biri 150 desibellik haporlörlerinden aynı anda bağırdığında ne olur? zor bir soru değil bu, her gün beş vakit bunun cevabını sesli olarak almaktayız.
tam olarak diyanet'in resmi açıklaması da şudur;
--alıntı--
Diyanetin verilerine göre Türkiye'de cami sayısı da 79 bin 632 olarak açıklandı. Başkanlığın 29 Eylül 2006 tarihi açıklamasında ise Türkiye'de 77 bin 777 caminin olduğu açıklanmıştı. Yaklaşık 1 yıl içinde Türkiye'de 1855 yeni camiye kavuşmuş oldu.
--alıntı--
sorunu birçok boyutundan ele aldığımı sanıyorum. ezana tahammül edememeyi din düşmanlığıyla suçlamak belaltından vurmaktır boks tabiriyle. ezan bir çağrıdır, müslüman olan ve ibadetini yapmak isteyen insanları ibadete çağıran basit ve melodik bir ezgidir. sabah işe gitmek isteyen insanları uyandırmak için kullanılan telefonlarımızın alarmıyla arasında zerre de fark yoktur bu bağlamda. müslüman olsun olmasın, bu kadar yüksek sesle de insanları rahatsız etmek ibadete çağrı filan değil insan sağlığını tehdit etmektir örneklerde de açıklandığı üzere.. ezana tahammül edemeyenler sizin bizim gibi insanlardır.