göçmüş kediler bahçesi

entry27 galeri
    10.
  1. 10.

    Başkan beni kayırıyordu galiba. Beni en korkulu durumlardan
    kurtarıyor, başkalarını esirgemezken beni elinde tutuyor, vezirliğe doğru
    sürüyordu.

    Alanda oyuncuların sayısı epey azalmıştı. Yarıya inmiş gibiydik.

    Yeşiller direniyor, başarıyla sürdürüyorlardı oyunlarını. Usta
    oyunculardı onlar. Bakışıyorduk onunla. Kollarını açtı, bana doğru uzatır gibi
    yaptı, sonra gülerek yumruklarını sıktı, hızla uyluklarına indirerek çarptı.

    Susamıştım. Hepimiz susamış olsak gerekti. Ama su için çalıştığımızı
    unutamazdık. Oyun bitesiye su yoktu hiçbirimize.

    Oyun üzerine ne biliyorsam ondan öğrenmiştim. Ustam karşımda
    duruyordu. Ama oyunun oynanması üzerine bilgi vermemişti. Satranca çok
    benzeyen bu oyunda taşların, yani bizlerin adı, satrançtaki gibiydi, kurallar
    hemen hemen aynıydı. Bir iki noktada satrançtan ayrılınıyordu. O noktaları da
    Başkan anlatmıştı bu sabah. Ne ki, satranç oynamasını bilip bilmdeiğimi kimse
    sormamıştı. Morların bilmesi gereksizdi zaten. Bir zamanlar biraz oynamış
    olduğum için, oyunu bilmiyorum diyerek işten sıyrılmağa da kalkmamıştım.
    Oynamak istemiştim, başından beri, onu gördüğümden, oyuna katılıp
    katılmayacağımı soruşundan beri.

    Göçme oyunu sözünü o da açıklamamıştı ama. Göçme oyunun oynandığı
    bahçeye Göçmüşler Bahçesi adını bilerek verebilirdim ama o sözü, daha hiçbir
    şey bilmezken uydurmuştum. Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası,
    göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe
    baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; Göçmüş Kediler Bahçesiydi bu.

    Göz göze geldik gene. Usumdan geçenleri bilirmiş gibi, biraz alaycı
    bir gülümsemeyle, başını "evet" dercesine sallıyordu. Başkan hâlâ düşünüyordu.
    Kendi oyunumu oynamağa başladım.

    Sen beni yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
    Başı, gene, evet, dedi.
    Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
    Başı, evet, ben?.. dedi.
    Sevildiğini bilmek istersin.
    Evet.
    Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
    boğabilirsin.
    Evet.
    Çünkü...
    Çünkü?..
    Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
    Evet.
    Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
    Kesmedi o.
    Bekliyorum, dedi, evet...
    Vazgeç, dedim başımla. Başka öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.

    Ağaçların arasında dönmeden önce bacaklarıma sürünen kediye bile
    bakmadım. Kedi geçti gitti. Açtı; yorgundu belki. Ölmüştür şimdi. Göçmüştür bu
    bahçede.

    Başkan beni unutmuştu. Oysa ben, küçücük piyade
    aşağıları savunuyordu şimdi,
    oysa ben, küçücük piyade, vezirden başkasını düşünmüyordum. Ne yapıp
    edip onu

    Ama... Oyun bitmişti. Bitmişti benden yana. Bir tek adım atmam
    yetiyordu işte. "Ne yapıp edip"in gereği yoktu artık. iyi oyuncu değildim ama
    atılacak adım açıkça ortadaydı. Üstelik, istediğimin gerçekleşmesi bundan
    kolay olamazdı.

    Alanda bir kıpırtı oldu. Nerede, nasıl, bilmiyordum. Bildiğim, sıranın
    bana geldiğiydi.

    Her şey durmuş beni bekliyordu. Ben Başkanın sözünü bekliyordum.
    Başkan başka bir şey söyleyemezdi, besbelli. Her yanım gerilmişti, atılmağa
    hazırdım. Bir adımla vezire çıkıyordum. Yeşillerin veziri ister istemez beniim
    oluyordu ardından...

    Başkan susku içinde düşünüyordu. Bana dikilmiş yeşil gözleriyle
    başını, ilk kez, "hayır" dercesine salladı o.

    Neye hayır?
    Düşündüğüne.
    Gülünç olma, tam bu noktaya geldikten sonra... Seni almamı istemezsin
    elbet, ondan öyle...
    Hayır. Ama...

    Konuşmak istiyordu şimdi. Üstünlük taslamaktan, tepeden bakıp alaycı
    davranarak sırt okşamaktan vazgeçiyor, konuşmak istiyordu. Usumdan geçeni o
    nasıl anlıyorsa, ben de öyle anlamalıydım onun usundan geçenleri. Mor değil,
    Yeşildi anlaşmaya, uzlaşmaya varmak isteyen. Bütün gücümü kullanıp
    anlamalıydım onu.

    Hayır, diyordu, düşündüğün yanlış.

    Birden toparlandım. Beni oyalıyordu. Yapmak istediğimi sezmiş,
    önlemeğe çalışıyordu. Şu anda bir düşmanlık durumu içindeydik.

    Dost olmamış mıydık bugüne dek? Hiç yan yana durmamış mıydık?
    Görüştüğümüz anda büyülemişti beni. Ama ben mi ona yaklaş
    Düşündüğümden vazgeçmek istemiyordum. Ona bakmağı bile bıraktım, yan
    gözle Başkanın ağzını kollamağa başladım. Başkan kararını verdi, ağzını
    araladı.

    Çıkacak sesi beklemedim. Bir tek uzun adım attım. Binlerce insanın
    göğsünden bir körük sesi çıktı.

    Uğultu dindiğinde onun sesini işittim. "Mat" diyordu. Üstümdeki,
    elimdeki demirlerin göğü tutan gümbürtüsü içinde yığıldım durduğum yere.

    Bilge Karasu..
    2 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük