milliyetçiliği ulusal bazda bir örgütlenme biçiminin dışında salt siyasal verilere indirmek toplumsal sınıfları ve onların çıkarlarını göz ardı etmek manasına gelir. tartışmaları bütünlük anlayışından koparıp parçalarla ilgilenmek, tam da sermaye sınıfının üslubu gereğidir. eğitimli kişilerin bu sınıfın doğrultusunda, piyasa şartlarında eğitildiği düşününce bunun çokta garip olmadığını görüyorum.
milliyetçilik nasıl bir toplumsal sınıfın ideolojisi ve dünya görüşünü yansıtıyorsa, aynı şekilde bu sınıfın çıkarları da, onun karşısında yer alan sınıfların anlayışına ters düşmektedir. milliyetçilik tarihsel anlamda bakıldığında feodalizmden kopamamış, kapitalistleşme sürecinde geride kalmış ve emperyalizmin boyundurluğu altında kalmış milletler için kurtuluş düşüncesi olmuştur. diğer bir yandan, miliyetçilik kapitalizmi kendi iç dinamikleriyle geliştirmiş uluslar için bile ilerici bir düşünce biçimiydi, 19yy. süresince. 20. yüzyıl ise bize yukarıda saydığım kapitalizmi kendi iç dinamikleriyle gelişterememiş ülkelerin kurtuluş ve ilericilik umudu olmuştur.
reel sosyalizmin ya da sovyetler birliği'nin yıkılması ile birlikte dünyanın egemen sınıfları yeniden yapılanma dönemine girmiştir. kapitalizmde türkiye'de son 50-60 yıldır egemen bir üretim biçimi şeklinde gelişmiştir. diğer yandan bu yeniden yapılanma sürecinden bağımsız kalamayacak olan türkiye kapitalizmi de kendine düşen payı almış bulunmaktadır. türkiye'nin emekçi sınıflarının tam anlamıyla tasfiyesi anlamına gelecek olan bu yeniden yapılandırma süreci, dış dinamikler bakımından ise ülkenin tamamen bağımlı haline gelmesidir.
yeniden yapılanma süreciyle birlikte ülkeye sahip çıkabilecek ve ileri götürebilecek yegane ve biricik yapı türkiye'nin emekçi sınıflarıdır. bu nedenle onun dünya görüşü ve ilkeleri yalnızca ülkemiz açısından değil bu yeniden yapılandırma sürecine karşı çıkabilecek tek ilkelerdir. buna göre hareket etmek ise kişilerinin sınıfsal konumlanışlarından bağımsız olarak kendi seçenekleridir. seçim onlarındır; ya yıkım kapıda ya da kurtuluş.