Lâkin bu heves bir heves-i dîgere mağlûb:
insan yaşamak hırs-ı cibillîsine meclûb .
Her devresi bir devr-i azâb olsa hayâtın,
Râzîsi değildir yine bir türlü memâtın!
Ömr olsa da binlerce tekâlif ile meşhûn ,
insan yaşamaktan yine memnun, yine memnun!
Artık neye mevkûf ise te’mîn-i bekâsı,
Yalnız ona masrûf olur âvâre kuvâsı .
Durmaz boğuşur bunca muhâcimlere rağmen,
Düşmez, o mesaî denilen seyfi elinden.
Çıplaktır o, ister ki soğuklarda ısınsın;
Bir dam çatarak her gece altında barınsın.
ister yiyecek şey, giyecek şey, yakacak şey...
Bin türlü havâic daha var bunlara der-pey .
Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda,
Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda.
Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır...
Lâkin, bunun altında ne maksad olacaktır?
Heyhât, onu idrâk için i’mâl-i hayâle
Yok vakti: Bütün demleri mevkûf cidâle !
insan ki, onun rûh ile insanlığı kâim ,
Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim ;
Gelseydi eğer ruhunu i’lâya da nevbet ,
Anlardı nedir, belki, hayatındaki gâyet.
Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-ı Âlem,
Hilkat kalıversin, diye, bir ukde-i mübhem,
Daldırmada insanları hâcât-i hayâta,
Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta .
Ömrün öteden berk-süvârâne şitâbı,
Iyşin beriden lâzım-ı bîhadd ü hesâbı ,
Göstermede dünyâya, nedir maksad-ı Hâlik...
“Kimden kime şekvâ edelim biz de şaşırdık!”