* iki aile varmış. her iki ailenin de birer kız çocuğu varmış. bir gün misafirlikte sohbete başlamışlar. birinci adam ''ee sizin kızdan naber'' demiş. ikinci adam ''valla işte ne olsun. biliyorsunuz, işe girdi geçen sene. başını kaşıyacak vakti yok. ilk başlarda geceleri fazla mesai yapıyordu. sonra hafta sonları da çalışmaya başladı. patronu onu çok sevmiş. her işi ona veriyormuş. derken, ankara seyahatleri başladı. bizimki, çanta-sekreter gibi, patron nereye o oraya. sonra paris seyahatleri falan. en sonunda iş böyle olmayacak dediler. patronu ev tuttu. deli gibi çalışıyor evde. ee peki sizinki ne yapıyor?'' demiş. birinci adam ''valla bizimki orospu oldu. ben sizin kadar güzel anlatamıyorum'' demiş.
işte böyle sözlük. doğduğumuzdan beri yağlayıp ballayıp, süsleyip püsleyip en saçma şeyleri bile önümüzde servis ettiler hep. insanlar, kendi çıkarları için kelime oyunlarıyla akıllarına girmeye çalıştı birbirlerinin. 'kendi çıkarlarınca' iyi bir insan olmamız için, akıl oyunları oynadılar bizlere.
bizlerden hep iyi insan olmamızı beklediler. beşikten mezara. doğumdan ölüme kadar. ama bilemediler, bu kaosun nedeninde iyi insan olmak yattığını. açıp gözlerini göremediler, iyi insanların hayatlarımızı mahvettiğini.
nedir peki iyi insan olmak? var mı bunun elle tutulur, gözle görülür bir yanı? yok. mesela, adam evindeki çoluğuna-çocuğuna, eşine trilyonlarca düşünce yılı uzaklıkta ama sokaktaki, kahvedeki arkadaşı için dünyanın en iyi adamı. arkadaş çevresi adama bayılır. ama ailesi için sadece bir et yığınıdır.
mesela, kadın evdeki çoluğuna-çocuğuna, eşine-sevgilisine, anasına-babasına trilyonlarca saygısızlık ve sevgisizlik mesafesindedir. ama iş yerindeki bir adam/kadın için çok iyi bir insandır. iş arkadaşları kadına bayılır. Ama ailesi için sadece bir kemik yığınıdır.
Yani mutlak bir iyilik yoktur. olamaz da. kimse tam olarak iyi değildir. siz hiç yeni tanıştığınız bir insanın konuşmanın ilk etabında "aslında ben kötü bir adamımdr/kadınımdır" dediğini duydunuz mu? duyduysanız eğer benimle tanışmışsınızdır demektir. kimse kötü olduğunu söylemez hiç. herkes iyilikten bahseder. iyi olmanın ''yan etkileri''nden bahseder. iyilermiş de, bu yüzden bu kadar çok üzülüp bu yüzden bu kadar enayi yerine koyuluyorlarmış. iyi oldukları için yüzleri gülmüyor, iyi oldukları için hayatın kazığına maruz kalıyorlarmış. hepsi boş laflar safsatası. insan denen canlının kaç salisede adileşebileceğini hepimiz biliyoruz. ama işlerine gelmez bazı insanların. dev aynalarında görürler çünkü kendilerini.
etrafımızda binlerce ışık, renk, görüntü ve binlerce ses varken, bizler daha kendimiz olamazken, iyi insan olmak da olmayan bir varoluşta koca bir hayaldir. koca bir ütopyadır. ki insan denen canlı değil midir, ilk ego incinmesinde tırnaklarını bileyip de karşıdakinin yüzünü paramparça etmek için bekleyen? insan denen canlı değil midir, kendi gururu altta kalmasın diye her şeyi zebil edebilecek kadar onursuz davranabilen? insan denen canlı değil midir tanrı'nın tek hayal kırıklığı?
iyi insan olmak, küçük avuntular belirleyip de küçük mutluluklar peşinde koşmakla eş değerse eğer, kim iyi bir insan olduğundan bahsedebilir? kim kendini kendi elleriyle kaldırıp da meydanlarda kalabalıklara gösterip haykırabilir; "ben iyi bir insanım. hz. muhammed'in hoşgörüsü yüzümde. hz. isa'nın şifası ruhumda. hz. musa'nın sihri kelimelerimde. hz. ibrahim'in teslimiyeti bedenimde. hz. eyüp'ün sabrı iliklerimde. hz. ali'nin sadakati, ilmi, insanlığı, yiğitliği, mertliği ruhumda. sizler devam edin kötülüklerinize. ben şu koskoca evrende tek başıma kalsam bile, hepiniz dünyanın diğer yarım küresine geçseniz de, ben tek başıma bu yarım kürede kalıp iyiliğimle hepinizi alt edeceğim."
kim söyleyebilir bunu? kim iyi olduğunu iddia edebilir? insan denen canlı tanrı'nın rar'lanmış haliyken, kim kendi ruhu üzerinde sağ tıklayıp da "buraya çıkart" sekmesine tıklayabilir?
bir de insanlara güvenmemek var tabii. insanlara güvenmemek kesinlikle insanların elinde olan bir şey değildir. insanlar, kendilerine doğuşundan verilen bir gazla güvenme zorunluluğu çerçevesinde sürekli pollyannavari bir çerçevede yaklaşırlar diğer insanlara başlarda. sonrasında kazık yeme ve mal olduğunu fark etme evresinin akabinde belli bir evreye girerler mecburen. nedir o evreler?
- kendini sorgulama
insanlar bu evrede kendisinin suçlu olup olmadığını düşünür özellikle. bu ilk evrede kendisinin katiyen suçlu olmadığını düşünenler ''piç'', nam-ı diğer ''orospu çocuğu'' olurlar.
sonra bir diğer evreye geçilir;
- kendi hatalarını sorgulama
bu evrede kendisini tamamen haklı bulanlar ''efendi görünümlü piç'', nam-ı diğer ''dönek pezevenk'' olurlar.
bunlardan da sonra hâlâ evre geçmeyi başaran insanlar ise en sonunda beklenen evreye geçerler;
- hayatı sorgulama
insanlar bu evrede, artık etrafta bulunan diğer iki bacaklı ve iki kollu yaratıkların sosyal etkileşimlerini kendi açılarından objektifliğe en yakın kriterlerle analiz etmek zorundadırlar.
tüm bunların sonucunda hâlâ güvenemeyenler ise ''kesin sorun sende'' diye düşünürler karşı taraf için. ama hayır. bu evreye kadar gelebilmeyi başarıp empati kurabilen bir insan bu derece basit olamaz..
evet dünya basit. ve bu da bir gerçek ki, beş dakika sonra öleceğini bilse götü 3,5 atacak ama bunu bilmediği için götü 1000 feet yukarıda gezen insanlarla aynı sosyal ortamı paylaşmak zorundayız.
tabii ''benim götüm küçük ve yarın belki ölebilirim'' diye düşünenler de vardır elbet. onlar da bu ruh haline iki türlü tercih sonucunda gelebilmiştir ancak;
birincisi, en baştan kimseye güvenmemek. karakter icabı sert, disiplinli, kontrolün kendisinde olmasını seven insanlar var. ikili ilişki, eş, arkadaş vs. başladığında hemen bütün kapılarını açmazlar. ufak ufak aralarlar. onların güvenini kazanmak emek ister. çok az insanla küçük çaplı ama biraz gizem dolu bir çevrede garip bir şekilde huzurlu olurlar. daha az hayal kırıklığına uğrarlar.
ikincisi ise, hayal kırıklıkları neticesinde gelinen güvenmeme psikolojisidir. güvenilmemesi gereken insanlara zamanında çok prim verip, gelen ufak sinyalleri değerlendirmemek, bu seferlik yapmıştır ya da bana yapmaz gibi avuntularla bangır bangır gelen kazığı görmezden gelmek. sonrasında da yaşanan duygusal hezeyanlar neticesinde insanlara güvenmemek noktasına gelmek. ama bu gruptakilerin bir yanları hala insana güvenmek ister. hatta güvenir, ölene kadar böyle bir döngü sürer gider.
bir de zamanla öğrenileni vardır tabii. insanlara güvenmemeyi küçük yaşta öğrenenler.. bir işi yapacaksa, kendi yapmayı öğrenenler.. ama ne zaman ki büyürler, hayatlarına kadınlar girer, aşık olur, çok severler, hayatlarında güvendiği birileri olur..
sonra tabi bu güvenmeler de boşa çıkar.
o yüzden kimseye güvenmemek gayet normal bir şeydir. kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. bazı insanlar için sana ihtiyaçları olduğu kadar varsın. sen bu ihtiyaçları karşılayamadığın anda da tekmeyi basarlar, başka birini seçerler.
kim bilir belki de default ayarlarımızda vardır bu. önce güvenmeyiz kimseye. çünkü güvenmek biraz emek, biraz cesaret, biraz da çılgınlık işidir. ön yüklü ayarlarımız bize insanlara güvenmememizi söyler durur hep. ve ben yine bunu insanlık tarihinden gelen genetik kodlarımızdan oluştuğunu düşünüyorum. insanların ilk çağlarda birbirlerine düşman gibi bakmaları genetik miraslarımızı oluşturdu belki de. çünkü ilk çağda daha duygularını kontrol edemeyen ve medeni olamayan insanlar ''hayatta kalmak'' adına güvenmemek zorundaydı diğer insanlara..
ama işte, güvenmek tuhaf şey. dedim ya, tam bir çılgınlık işi. bazen yaparsınız öyle çılgınlıklar. güveniverirsiniz insanlara kolayca. belki içinizde sevgi açlığı, belki dostluk eksikliği ya da aşk özlemi. veya adı her neyse. güvenmek istersiniz bir insana veya insanlara. ve yaptığınız çılgınlık eninde sonunda sizi vurur bir şekilde. elinizde avucunuzda bir hayal kırıklığı daha kalır, tıpkı öncekilere benzeyen. ve süreç yeniden başlar dönmeye. yine insanlara güvenmemeye başlarsınız. ta ki birine yine hemen güvenip bir çılgınlık yapana dek..
insanlarla bir ladese tutuştum ben. bir tarafta insan ırkı varolduğundan beri cereyan eden kötülükler, diğer tarafta ise insanın iyi olma mücadelesi. bu ladeste yenilmeye hiç niyetim yok. kaybetmek aklımın ucundan dahi geçmiyor. insan denen canlı "ben iyiyim" dedikçe, ben yapmış olduğu kötülükleri anımsayıp yapabileceği zulümleri zihnimde canlandırarak "aklımda.." diyorum.
benim varoluşum lades olmuş. iyiliğimi kaybetmişim ilk hayal kırıklığımda. ilk orgazmım kötülüğümün imzası olmuş. ben yalan olmuşum. inanan olmamış. Ama alışanlar olmuş. Alışanlar hep olacak. insanların kötü olduğuna herkes alışacak. Başlarda kimse hemen inanmaz zaten. ama sonradan alışırlar. Hep öyle olur.
romanda ne de güzel anlatmışlar;
'' - neden güvenmiyorsun insanlara? diye sordu loriana.
+ çünkü insanlar adi loriana. çünkü çıkarları için seni incitmeyecek tek bir insan yok. onlar için senin hissettiklerinin hiçbir önemi yok. söylediklerinin de öyle. ve bu asla değişmeyecek. içlerinden bir kaçını seveceksin önce. çok sevmek ama. ki güvenin devamıdır sevgi denilen illet.
sevgi lanetlenmektir loriana.
ufak darbelerle başlayacak, alınmayacağın küfürler gibi işte. sonra arkanda beklediklerini hissedeceksin. korumak için değil elbet. sikmek için..
ve sikecekler loriana. seni en sevdiklerin sikecek. ruhunu, kalbini, ömrünü.. sikilmeye müsait olmayan yerlerine bile delik açacaklar. bunun için matkaba gerek duymazlar ve bunu fark edebilmen olanaksızdır. gülümseyerek deler geçerler seni. üstelik bir defa da değil binlerce kez düşürür, ardından “özür dilerler” düşürdükleri ellerini kaldırmak için uzatarak. hayır! tekrar güven diye uzatılır o eller. tekrar düşürebilmek adına kaldırırlar seni.
iyi insan yoktur loriana. inan bana yoktur. henüz sana kötülük yapmamış milyonlarca insan vardır sadece..
tüm bunları az önce öğrendim.
her şey olabildiğince bencil. herkes gibi. her his gibi.
mesela özlemek birini.. birini özlüyor olmak bencillikten.
birinin elini tutmasını, saçını okşamasını, birinin sana güzel cümleler kurmasını istemek bunlar seni mutlu edecek olan şeyler ama karşındaki tüm bunları yaparken yani elini tutarken senin, ne hissettiğini umursamazsın bile. gitmesini istemezsin, yalnızca kendin için o’nu özlememek için, acı çekmemek için, ağlamamak için..
baksana şu insanlara!
benim bir adım var buralarda. benden korkuyorlar. benden korkmalarının tek sebebi, benden güçsüz olmaları değil. benim onların, beni nereden vurabileceklerini tahmin edebiliyor olmam. beni düşürmeye kalkarlarsa eğer, onları da kendimle birlikte aşağı çekeceğimden eminler. onlara güvenmiyorum çünkü ve hep tetikteyim.
onlar da bana güvenmiyor loriana. bu bana huzur veriyor. kötü insan olmak istiyorum. çok kötü! yaptığım hiçbir iyiliğin akıllardan çıkmayacağı kadar kötü..
ben bu hale gelmek için çok bedel ödedim. kilolarca uyuşturucu içmek zorunda kaldım. avuçlarımın arasında kırılan bardaklar gibi parçalanmak zorunda kaldım. küfür etmek..
bazen loriana, bazen hayallerimden vazgeçmek, bazen çok büyük karanlıklar düşlemek zorunda kaldım ben.
uykusuz gecelerim oldu benim, gözyaşlarımın tuzu yanaklarımı eritecek sandığım vakitler. vakitsizliklerim de oldu elbet. erken dediklerim, geç kaldıklarım. boş verdiklerim, boşverilmişliklerim. benim sokaklarım var loriana. çamurlu sokaklarım var. şimşekler düşer o sokaklara. o sokaklar yıkılır, yıkılır, yıkılır. yıpranmış evlerim var benim. dağıtılmış. bileklerimi değilse bile, umutlarımı kesmişliğim var benim.
bu yolun sonundayım lorina.
ben bu hayatın sokabileceği her şeyi aldım içime. tüm ihanetleriyle seviştim. tüm acılarını tattım.
sonra loriana, tüm bunlardan çok sonra kahkaha atmaya başladım.
çünkü, alışmıştım!
- hayatın boyunca kimseye güvenmeden yaşayamazsın..
+ elbette loriana. ama sikilmeye alıştıktan sonra, orospuluk bu dünyanın en kolay mesleği…''