--fakat müzeyyen bu derin bir tutku--
“Semt, altıkol iskambil oynar gibi sinyaller, işmarlar, manyeller ile sessiz sedasız inliyordu ki, tüp gaz dağıtımı yapan bir kamyonet, hoparlöründen yayılan sinir bozucu bir melodi ile geçti. Hemen ardından rakip firmanın kamyoneti, kendi melodisi ile geçti. Semtin veletler korosu, “Oooo, ayıpsın ayıp!” nakaratı ile geçti. Nakarat, on metre yürüdü, “Ablanı alacağım, enişten olacağım, sana koca bulacağım” faslına geçti. Bastonlu dedeler, “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç” ile geçti. Vakit geçti. Esnaflar Kıraathanesi’nin televizyonunda, Tütüncü Roza göğüsleri ile bir kadın şarkıcı ağır sahra topları gibi geçti. Geyik bakışlı iki turist ve boya sarışını bir fıstık geçti. Delikanlılar top üstünde kıza dönüp, su altı senkronize yüzücü vaziyeti alıp şarkıya geçtiler: “Kız hepsi senin mi?”. Boya sarışını fıstık, “Misafir ol gel bana, börekler açayım sana” edasıyla, hafif şıkıdım geçti. Görmüş geçirmiş, hayatın sırrına ermiş kadın sesli bir kız çocuğu, bakışı çakal bir taksicinin kaset çalarında gerçi: “Bana her şey seni hatırlatıyor.
“Ulan cik cik, mazin ne senin?” dedim içimden. Bacak kadar
kız, milletin baş tacı idi. Millette bu taçlardan çok vardı.
Taç üstüne taç koyan, taç düşkünüydük.
Bir zamanlar sivil siyasi çalışan abilerimin kullandığı, simsiyah,
yılan gibi bir elli altı ile Samsunlu Orhan abim, ağır
çekim, kayarak, süzülerek geçti: “Dünya bir dert hanesiyse,
ben çilemi doldurmuşum, bir mektepse eğer hayat, ıstırapla
okumuşum.”
Tevellütü müsait olmayanlar dışında herkes, esas duruşa
geçti. Şarkı, hepimizin halini hatırını sorup, veletlerden makas
alıp, selam edip geçti. Ellerimizi kalplerimiz üstüne koyup,
boyun kırıp, “Eyvallah abi,” dedik külliyen, “hürmetler
abim benim.”
Herkes adına acı çekmekle dönüşerek, artık abide halini
almış Samsunlu Orhan abimden sonra, her şey eski haline
geçti.
--fakat müzeyyen bu derin bir tutku--
kitabı elime aldığımdan beri şu kısımdan öte gidemiyorum arkadaş!
bayılıyorum böyle yazılara.
yetmiş kere okumuşumdur abartısız ve günlerdir düşünüyorum "bu kısım bana neyi hatırlatıyor?" diye, buldum buldum, bugün buldum, nedensizce bana edip babanın "masa" şiirini hatırlatıyor bu kısım. o havada okuyorum, benzer hislerle okuyorum ikisini de buldum!
MASA DA MASAYMIŞ HA
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
işte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.