ilhami algör

entry5 galeri
    3.
  1. --fakat müzeyyen bu derin bir tutku--
    “Semt, altıkol iskambil oynar gibi sinyaller, işmarlar, manyeller ile sessiz sedasız inliyordu ki, tüp gaz dağıtımı yapan bir kamyonet, hoparlöründen yayılan sinir bozucu bir melodi ile geçti. Hemen ardından rakip firmanın kamyoneti, kendi melodisi ile geçti. Semtin veletler korosu, “Oooo, ayıpsın ayıp!” nakaratı ile geçti. Nakarat, on metre yürüdü, “Ablanı alacağım, enişten olacağım, sana koca bulacağım” faslına geçti. Bastonlu dedeler, “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç” ile geçti. Vakit geçti. Esnaflar Kıraathanesi’nin televizyonunda, Tütüncü Roza göğüsleri ile bir kadın şarkıcı ağır sahra topları gibi geçti. Geyik bakışlı iki turist ve boya sarışını bir fıstık geçti. Delikanlılar top üstünde kıza dönüp, su altı senkronize yüzücü vaziyeti alıp şarkıya geçtiler: “Kız hepsi senin mi?”. Boya sarışını fıstık, “Misafir ol gel bana, börekler açayım sana” edasıyla, hafif şıkıdım geçti. Görmüş geçirmiş, hayatın sırrına ermiş kadın sesli bir kız çocuğu, bakışı çakal bir taksicinin kaset çalarında gerçi: “Bana her şey seni hatırlatıyor.
    “Ulan cik cik, mazin ne senin?” dedim içimden. Bacak kadar
    kız, milletin baş tacı idi. Millette bu taçlardan çok vardı.
    Taç üstüne taç koyan, taç düşkünüydük.
    Bir zamanlar sivil siyasi çalışan abilerimin kullandığı, simsiyah,
    yılan gibi bir elli altı ile Samsunlu Orhan abim, ağır
    çekim, kayarak, süzülerek geçti: “Dünya bir dert hanesiyse,
    ben çilemi doldurmuşum, bir mektepse eğer hayat, ıstırapla
    okumuşum.”
    Tevellütü müsait olmayanlar dışında herkes, esas duruşa
    geçti. Şarkı, hepimizin halini hatırını sorup, veletlerden makas
    alıp, selam edip geçti. Ellerimizi kalplerimiz üstüne koyup,
    boyun kırıp, “Eyvallah abi,” dedik külliyen, “hürmetler
    abim benim.”
    Herkes adına acı çekmekle dönüşerek, artık abide halini
    almış Samsunlu Orhan abimden sonra, her şey eski haline
    geçti.
    --fakat müzeyyen bu derin bir tutku--

    kitabı elime aldığımdan beri şu kısımdan öte gidemiyorum arkadaş!
    bayılıyorum böyle yazılara.
    yetmiş kere okumuşumdur abartısız ve günlerdir düşünüyorum "bu kısım bana neyi hatırlatıyor?" diye, buldum buldum, bugün buldum, nedensizce bana edip babanın "masa" şiirini hatırlatıyor bu kısım. o havada okuyorum, benzer hislerle okuyorum ikisini de buldum!

    MASA DA MASAYMIŞ HA
    Adam yaşama sevinci içinde
    Masaya anahtarlarını koydu
    Bakır kaseye çiçekleri koydu
    Sütünü yumurtasını koydu
    Pencereden gelen ışığı koydu
    Bisiklet sesini çıkrık sesini
    Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
    Adam masaya
    Aklında olup bitenleri koydu
    Ne yapmak istiyordu hayatta
    işte onu koydu
    Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
    Adam masaya onları da koydu
    Üç kere üç dokuz ederdi
    Adam koydu masaya dokuzu
    Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
    Uzandı masaya sonsuzu koydu
    Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
    Masaya biranın dökülüşünü koydu
    Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
    Tokluğunu açlığını koydu.
    Masa da masaymış ha
    Bana mısın demedi bu kadar yüke
    Bir iki sallandı durdu
    Adam ha babam koyuyordu.

    Edip CANSEVER
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük