neden ''bilinçli'' olduğunu, neden ''karşı konulamaz güdü'' olmadığını ise yine insanın kendisi ile açıklamak mümkün.
bir örnek olay üzerinden gidersek terk edilen ve ya bir şekilde ayrılmak durumunda kalan kişi öncelikle kendisini düşünür. karşısındaki kişiyi düşündüğünü zanneder. ''bunu bana nasıl yapar?'' türündeki sorular bile bunun en açık örneğidir. psikolojinin ego dediği olgu aslında çok ciddi bir araştırma konusu.
her ne kadar freud bunları ıd, ego, superego biçiminde sınıflandırmış olsa da bu freudça bir tanımdır ve insana dair bilimlerin tümünde genelgeçer bir sistemati oluşturmak imkansızdır.
çünkü insanı, tıpkı evrimsel süreç gibi yontan, şekillendiren şey içinde bulunduğu toplumdur, ailedir, inançlardır.
işte bu ego veya egoist yönelim daha çok ilişkilerde kendini en belirgin biçimde gösterdiği için birini unutmak istememek, o kişi de diretmek gibi şeylerin temelinde yatan, o kişiyi kaybetmek değildir, kişinin kendi yalnızlığına ve ya kaybına duyduğu tepkidir.
normaldir ki insan bir çok şeye tanım getirme yeteneğine sahiptir ancak kendi duygularına getirdiği tanımlar çoğunlukla isabetten uzaktır.
bir diğer gerçekte tüm taşları tam anlamı ile yerine oturtan şey zamanın kendisidir. her şey yaşanıp bittikten sonra neden öyle olması gerektiği ortaya çıkar. psikojenik füg türünden bir duygu ancak bir zaman sonra belirir.
bu işin türkçesi, insan istediği için acıya düçar olur. geçmişte yaptıklarınıza pişman olmanız bile bunun en açık kanıtlarından biridir.