interrail sırasında aşık olduğum efsane. şöyle ki;
gayet rezil ve sefil bir şekilde amterdam'dan berlin'e gitmeye hazırlanıyorduk. interrail sonlara yaklaşmış, sakallarım uzamış gayet paspal bir görünümüm vardı. amsterdam'ın büyülü dünyasının tadını çıkarmış, her boku yemiş, o tatlı yorgunlukla birlikte berline dönüyorduk. bilet işlemlerini yaptık ve perona geçtik. başladık beklemeye. sonra maria geldi. ispanyol esmerliğini ruhaniyatının güzelliği ile konsolide edebilmeyi nasıl becerebilmişti onu düşünüyordum ben o gelirken. bir de onu gördüğüm için ne kadar şanslı olduğumu...
bu ecdadına koduğumun trenlerinde de 20 adet vagon var. yakınımda olması ihtimali dünyanın eşşeğin zikinde dönmesi ihtimali kadar zayıftı.tüm günahlarıma rağmen hiç bu kadar içten dua etmemiştim. '' allahım, lütfen yakınıma bir yere otursun. lütfen'' tren gelir gelmez çantaları yüklendik ve yerlerimize yerleştik. maria'yı aradı gözlerim hep. göremedim ilk etapta. sonra bir mucize olduğunu ispatlarcasına tam karsımızdaki koltuklara oturdu arkadaşlarıyla. daha mutlu olabilirmiydim, bu hissettiklerimi bir şiire sığdırabilirmiydim bilemiyordum.
günün aptalı olarak arkadaşlarımla gömmeli batak oynamaya başladım. ipoddan pink floyd sesleri geliyordu kulağıma. tam da günün anlamını belirten şarkı, ''high hopes''. batak oynarken de hep hata yapıyordum maria ya bakmaktan. oyun bitti. aklımın maria da olduğu gerçeğini etkiliyebilecek bir şey değildi yani. sonra maria ya doğru döndüm ve döner dönmez bana gülümsediğini gördüm. gondolda en yukarıya çıkınca hissedilen şeyin aynısını hissettim işte. sonra maria ben le konuştu! evet. konuştu.
- excuse me. can you wake us up when we arrive berlin?
- of of oooooooooooooooof course!
sonra uyumak için o güzel yüzünü bana doğru döndü maria. güneş gözlüğünü taktı ve uyumaya çalıştı. ben de sırf onu görebileyim diye gözlüğümü takıp ona doğru döndüm. görüyordum! camdan yansıyan ışık sebebi ile görüyordum. maria uyumuyordu. bana bakıyordu. hem de hiç başını çevirmeden. ben de ona bakıyordum tabii.yarım saat kadar cennete bakarak yolculuk yaptım. maria uyumamıştı. birden gözlüğünü çıkardı ve arkadaşlarına ispanyolca bişeyler söyledi. bi bok anlamadım ama bir laf tanıdık geliyordu. sigara dediğini duydum kendi dilinde. hemen ben de sigaramı aradım ve hırkamın cebinden alıp direkt olarak vagonların arasındaki sigara içilebilen bölüme çıktım. biliyordum. maria gelecekti. gel di de. ama çok heyecanlıydım ve sigarayı bile tir tir titretiyordum maria gelirken. sigarasını çıkardı. ben de yaktım. gülümsedi ağzına sıçtımın karısı. hem de ne güzel gülümsedi. teşekkür etti. ve berline gidene kadar orada öylece oturup konuştum maria ile. yalan söyledim rotamız hakkında. o nereye giderse gidecektim. bizim çocuları da ikna ederdim nasılsa. konuşma esnasında arada bir espri yaptım ve maria cok yüksesk sesle güldü. kim se duymasın bahanesi adı altında elimle dudaklarını kapattım. tamamen armadilloluk yani. heyecan adam neler yaptırmıyor ki.
tren berline varmıştı. çantalarımızı indirip bizimkilerle öylece dikiliyorduk. ama çok da çişim gelmişti. geldiği yolları siktiğimin çişi. çantaları bir bankın yanına koydum ve maria ya baktım. beni izliyordu. ona elimle işraet yaptım. ''bekle'' diye. işemeye gittim ardından. yüksek dedbili düşük zamanlı bir çiş ve el yıkama seansından sonra koşarak döndüm oraya. gitmişti maria. yoktu.aklımın tavanını sikeyim. neden gittim çişe ki? hemen kafamı kaldırdım. tüm berlin garını aradım oracıkta. soktuğumun garı da mahalle kadar.
bir yürüyen merdivendeydi, bana bakıyordu maria. el sallıyordu. gözlerimin içindeki uzaklara bakarak.
ait olmadığım bir şehirde, ait olmadığım bir dilde ''elveda'' der gibiydi.