Taksim'de olacağız!
Bu tarihsel suça ortak olmayacağız! Şimdi daha da bilenmiş bir kararlılıkla Taksim diyoruz!
Sınıflar arası güç dengelerinin sınandığı en önemli "anlardan" biridir 1 Mayıs...
Anın kendisiyle sınırlı olmayan, geçmişin özet yansımasını içerdiği kadar geleceğin ipuçlarını da içinde taşır.
Proletarya da burjuvazi de ne kadar örgütlü olduklarını, hangi hedeflere sahip olduklarını, bu hedefler konusundaki kararlılık düzeylerini sınıf mücadelesinin terazisi işlevi gören bu gündeki duruşlarıyla tartarlar.
Bırakalım sınıflar mücadelesinin büyük arenasını, basit bir örgütlenmenin gücü bile hedef bilinciyle, hedeflerle nasıl bir ilişki kurulduğuyla ve onlar için nasıl bir duruş sergilendiğiyle ölçülür. Sınıf derdi olduğunu iddia edenler açısından bu daha fazla böyledir.
Bu açıdan baktığımızda, "2016 1 Mayıs'ın da nasıl bir tutum almak gerekir” sorusu, sadece o günle sınırlı olmayan çok daha geniş bir anlam ve öneme sahiptir. "Faşist zorbalığın, yaşamı ekonomik-siyasal-kültürel-ideolojik bir bütünlükle ablukaya almaya çalıştığı, neoliberal kapitalist barbarlığın faşizmin militarist zorbalığıyla kollanıp-korunduğu bu tarihsel kesitte 1 Mayıs'ın hedefleri ya da esas hedefi ne olmalıdır" sorusu canalıcı bir sorudur. Bir döneme bakışı, o tarihsel kesitte nasıl bir duruş sahibi olunacağını yansıtır.
Komünistler olarak bu seneki 1 Mayıs tartışmalarına da öncelikle bu perspektifle yaklaştık. Yanıtını vermemiz gereken soru çok karmaşık değildi aslında:
Burjuva parlamentarizmin “olmazsa olmaz”larının başlarında gelen seçim sonuçlarını dahi tanımayıp Kürt illerini aylardır tanklarla-toplarla yakıp yıkan bir pervasızlığın dayattığı icazet sınırlarının gerisine mi çekileceğiz yoksa 8 Mart'ta kadınların ve bedel ödemeyi göze alan akademisyenlerin gösterdikleri kararlı duruşun arkasını getirerek 1 Mayıs'ı 1 Mayıs ruhuyla mı karşılayacağız?..
Konunun özü bu kadar basit ve açıktı!..
Bizim bu konudaki tercihimiz baştan beri netti: Bu tarihsel eşikte, 1 Mayıs'ın ruhuna uygun bir tutumla bu ablukanın, çizilen bu sınırların en azından işçi ve emekçilerin öncü güçleri tarafından tanınmayacağını ilan edildiği kararlı bir duruş sergilenmeliydi.
Bu yaklaşım, işçi sınıfı ve emekçilerin diğer taleplerinin ötelenmesi ya da onlara rağmen öncülerin konuşmasını ifade etmez. Zaten işçi sınıfına dayatılan kölelik yasaları da ardı arkası kesilmeyen hak gasplarının önünün alınması da iş cinayetlerinde işçi kanının oluk oluk akması da tüm yokluk ve yoksulluklar da burjuvazi ve devletinin siyasal saldırganlığına karşı alınacak tutumun netliği ve militanlığı ölçüsünde geriletilir ya da geriletilemez.
Ekonomik-sosyal saldırılarla siyasal saldırıların eşi benzeri az görülür bir bütünlük oluşturduğu tarihin bu eşiğinde 1 Mayıs'la özdeşleşmiş bir sembol olarak Taksim'de ısrar işte bu nedenlerle basit bir “meydan tartışması” değildi.
Soruna dar bir sendikalizm penceresinden bakmayan, dolaysız ifadeyle iflah olmaz bir ekonomizm-reformizm ya da oportünizmle hareket etmeyen herkes bu gerçeği kolaylıkla görebilirdi. "1 Mayıs'ı alan tartışmalarına sıkıştırmayalım" derken bizzat kendileri konuyu "hangi alan yasak, hangisi değil" zeminine çekenlerin ezici bir çoğunluğu -en başta da EMEP çevresi- devrimci olmanın bu en temel özünden yoksundur.
Onu politik anlamı ve özünden soyundurarak tek başına "kitlesel bir 1 Mayıs" söylemi ve "bu karanlık günlerde biraz moral bulalım" yaklaşımına sıkıştırarak Taksim'den vazgeçenler, aslında işçi sınıfına "siyasal bir hedef bilincinden uzak durun" diyenlerdir.
Keza Taksim'in bugün tek başına bir alanın adı ya da bir alanda ısrarın ifadesi olmadığını en iyi bu çevreler bilir (Bunlardan kendini hala “komünist” olarak tanımlayan 'yeni Aydınlık' KP, önceden saklandıkları bir binadan yasaklı Taksim'e çıkmış olmayı aylarca rant konusu haline getirmiştir mesela). Ama sınıf karakterleri, mücadeledeki konumlanışları bu gerçeğin üstüne hızla çarpı atmalarını getirir.
Kaldı ki, günlerdir "kitlesel 1 Mayıs" edebiyatı yapanların aslında böyle bir hazırlığı ve enerjisi de yoktur. “Biz birbirimizi biliriz” dercesine hepsi aslında burjuva iktidar blokunun dayattığı sınırların dışına çıkmamakta anlaşmışlardır. Sözümona 'bu yıl için diyerek' Taksim'den vazgeçenler, hem gelecek yıllarda çok daha gerilere sürülmenin önünü açmışlar hem de 1 Mayıs sonrası sınıfa dönük dizginsizleşecek saldırılar konusunda burjuvazi ve AKP'yi daha da cesaretlendirecek bir siniklik sergilemişlerdir.
Kafaca ve ruhça beyaz bayrağı baştan kaldırmış olanların Bakırköy'de nasıl bir 1 Mayıs “kutlaması” yapacaklarını da hep birlikte göreceğiz. Katılımın kitleselliği elbette önemlidir. Bu bile bir mesajdır belki ama kürsüde ve alanda nasıl bir ruh halinin egemen olduğu bundan daha önemli bir göstergedir. Alandaki sayıya anlam kazandıracak olan da bu ruh ve havadır.
Sendikalar başta olmak üzere "Taksim olmasın" çığırtkanlığı yapan hemen tüm çevreler, sınıf ve emekçilerle aslında nasıl bir ilişki kurduklarının önemli ipuçlarını da 1 Mayıs'ı alan tartışmalarına sıkıştırarak, son ana kadar bile tutum belirleyecek bir irade geliştiremeyerek ele vermişlerdir aslında. O nedenle, bu kafa ve yaklaşımlarla sağlanacak bir kitleselliğin, neyi nereye kadar temsil edebileceği tarihte defalarca kanıtlanmıştır. Asıl olarak CHP'nin "1 milyon kişi" çıkışına bel bağlayanların politik niteliği, baz aldıkları ölçü ve bel bağladıkları güçlere bakılarak tahmin edilebilir.
Alınteri olarak, geriye doğru tarihsel bir kırılmanın ifadesi olan Bakırköy'de kutlanacak 1 Mayıs'a katılmayacağız!.. Şimdi daha da bilenmiş bir kararlılıkla “Taksim” diyoruz ve Taksim'de olacağımızı belirtiyoruz!..
Bakırköy'ü kabullenen böyle bir kırılmanın, 1 Mayıs'ın ruhuna da dönemin ihtiyaçlarına da sırtını dönen bir "kaçış" olduğu düşüncesindeyiz. Bu tavizkar yaklaşımı, Tayyip Erdoğan'ın küstah meydan okumalarında somutlanan faşist zorbalığın dayattığı sınırlar içinde "muhalefet" etmeyi kabullenmek olarak gördüğümüzün altını bir kez daha çiziyoruz.
Sendikal bürokrasi ve onunla suçortaklığı yapan çevreler, 8 Mart'ta benzer bir duruşla yasağı takmayan kadın hareketinin, bedelleri de göze alan akademisyenlerin bile gerisine düşmüştür. Şimdi çıkıp "sadece bu yıla mahsus" mavalları okumasın kimse!.. Taksim geçen yılki 1 Mayıs'tan başlanarak terkedilmiş, bu yıl ise düpedüz teslim edilmiştir!..
Neoliberal kapitalist barbarlık, işçi ve emekçileri, onlarla birlikte her türlü muhalefeti kentlerin alabildiğine dışına ve uzağına sürmenin peşindedir. Taksim'den ya da diğer kent merkezlerinden vazgeçmek, bu zorbalığın önünü açmak, son barikatları da kaldırmak demektir. Bugün Bakırköy'ü seçenlerin, neoliberal faşizmin yeni dayatmalarıyla karşılaştıklarında yarın bir gün Beylikdüzü'ndeki bir caminin avlusunda ya da Aydos tepelerinde miting yapmayı kabul etmeyeceklerinin hiç bir güvencesi yoktur!
Bugün Taksim'den kaçışın önünü en ateşli biçimde çekenler, “Gezi”den ve "Gezi ruhu"ndan söz etme yüzsüzlüğüyle çıkmasın bundan böyle kimsenin karşısına!.. Gezi'yi özel mülkiyet konusu haline getirmeye kalkışmanın çirkinliği yanında o ruhtan zerre kadar nasiplenmemiş oldukları gerçeği bu kadar bariz açığa çıkmışken bu sömürüyü sürdürmek ayıp ötesi bir utanmazlıktan başka bir şey değildir!..
Taksim için 3 yıl üs tüste verilen dişe dişe kavgalarda Kadıköy'de Türk-iş'le birlikte miting yapan EMEP ya da o dönem Taksim için kılını kıpırdatmayan diğer reformist çevreler, bu sicillerine yakışan bir tutumla Taksim vurgusu yapanlara adeta düşmanca davranarak kendi mecralarında yürümeye devam etmişlerdir. EMEP çevresi işi gücü bırakarak günlerce "neden Taksim olmamalı" vaazları vermiş, işi o kadar ileri götürmüşlerdir ki sanki Çorlu'da 1 Mayıs kutlayamayacak olan işçi ve emekçilerin vebali de Taksim ısrarında bulunanlardaymış gibi düşmanca bir yaklaşımın sahibi olmuştur. Biz bu yaklaşımı iyi tanıyoruz!.. Dişe diş kavgaların parçası olmayanların, o kavgalarla kazanılmış mevzileri savunmak gibi bir derdi de politik kaygısı da olmaz. Bunu tarihten sayısız örnekle biliyoruz.
Tam da bu nedenle "birleşik mücadeleyi esas almak gerekir" gibi bir yaklaşımla hareket etmeyi doğru bulmuyoruz. Kaldı ki birleşik mücadele yürüteceğimiz güçler en başta bunu dinamitlemişlerdir. Böyle bir mücadelenin hukukunu en başta onlar çiğnemişlerdir. Bu noktayı merkeze koyarak yapılan tarihsel günahın parçası olmayacağımızı bir kez belirtiyoruz!
Kürt halkını yalnız bırakmanın vebali yetmezmiş gibi sınıfa karşı yeni saldırılara hazırlanan burjuvaziye daha fazla cesaret kazandıracak Taksim'den vazgeçişin tarihsel sorumluluğuna ortak olmayacağız!.. Taksim'de olacağız!..