dün uzun zaman sonra ilk defa uykuya doymuş bir şekilde uyandım. o kadar doymuştum ki, uyandığımda saat henüz sabahın 6'sı bile değildi. daha fazla uyuyamadım, her gözümü kapattığımda geri gelen görüntüler ve konuşmalar yüzünden. evimizin balkonuna çıktım, bir sigara yaktım. bildikleri halde, hayatım boyunca anneme ve babama sigara içtiğimi itiraf etmedim. yıllarca önce lise zamanlarımda defalarca anlayış dolu girişimlerine rağmen kabul etmedim asla sigara içtiğimi. benim için katlanılamaz bir durumdu. onların yanında sigara içmektense ölmeyi tercih ederdim. eğer yedi yaşında bir şeyi yapmıyorsan, sırf büyüdüğün için yapma hakkını nasıl bulabilirsin ki? ve işte, yıllar önce bir gece çok içkili vaziyette eve gelip montumu yere attığım ve içinden fırlayan paket halıya sigaralarla suladığı için annem yüzünü hafifçe ekşitmişti. ertesi sabah uyandığımda giyinmiştim hemen. bir iki defter alıp çıkmıştım okula doğru. evin yakınlarında bir sinema vardı. filmin seansına kadar yandaki mcdonalds'ta bir şeyler atıştırmıştım. filmin başlamasına daha bir saat kadar vardı. dışarı çıkıp tam sigara yakmıştım ki, yanımdan birisi geçmişti. birkaç saniyeliğine fark ettiğim yüzü hatırlamıştım bir yerlerden. çok önceden beraber gezip takıldığım çocuktu, biraz önce yanımda yürüyen. sonra nedendir bilinmez, aramamıştık birbirimizi. ne derler, darwinist dostluklar.. işlevini kaybedince yok olanlardan.
dönüp bakmamaya çalıştım. ne konuşabileceği bilmiyordum. aslında tam olarak, kesinlikle konuşmak istemiyordum. kimseyle. ve filmin saatine kadar, o çocuğun da filme bilet almamış olması için dua ettim. yalnız kalma isteğim gökdelen gibiydi. içinde birçok neden barındıran, birçok dairesi olan bi' gökdelen. neyse ki ortalıkta yoktu eski arkadaşım, salona girdiğimde. filmi seyretmektense, salondaki diğer iki kişi gibi karanlığın, yalnızlığın, bir yerde kimseyle konuşmadan oturmanın tadını çıkarıyordum. bir ara filmdeki kadının erkekle konuşurken ağzına, dudaklarına dikkat ettim. sadece ağzına bakıyordum. hangi harfi nasıl çıkardığını çözmeye çalışıyordum. hangi harflerde dilini nasıl hareket ettirdiğini bulmak için inceliyordum. sonra kısık sesle harfler söylemeye başladım. yavaşça söylüyordum. sonra birden, tüm bu kelimeleri nasıl öğrendiğimi düşündüm. nasıl ezberlemiştim? hiçbir fikrim yoktu. çıkarabileceğimiz sayısız değişik seslerin içinde sadece yan yana gelince anlamlı olabilenleri nasıl keşfetmiştim? bütün bunları düşünürken, tekrarladığım kelimelerde sesim bir ara fazla çıkmış olacak ki, üç sıra önümdeki adam bir iki kez dönüp baktı. ayağa kalktım. dışarı çıktım. geçmişten gelen çocuğun çevrede olup olmadığına bakıp bir sigara yaktım. kendimi çok karmaşık hissediyordum. içime baktığım zaman gördüğüm hiçbir şeyi anlamıyordum. on dakika önce harflerin telaffuz edilişlerini ve bunu nasıl öğrenmiş olabildiğimi düşünmüş olmama inanamıyordum. yararsız, gündelik hayatla hiçbir ilgisi olmayan bir konuyu on, on beş dakika boyunca nasıl düşünebilmiştim? bunları kendime tekrarladıkça yüzüm buruşuyor ve midem bulanıyordu. tamamen anormal düşünceler içinde olduğumu fark etmek canımı yakıyordu..
sonra birden, uzun zamandır okula gitmediğimi düşündüm. ailemin benden beklentisini gerçekleştirmiyor ve yalan söylüyordum. daha da kötü hissettim. başım ağrımaya başlamıştı. dakika dakika delirdiğime tanık oluyordum. her saniye beynimin kapıları hızla açılıp hızla kapanıyor, hücrelerine birbirleriyle ilgisiz yüzler, olaylar, isimler geliyordu. ayakta zor durabiliyordum. belki titremeye bile başlamış olabilirdim tam hatırlamıyorum. kendi kendime, nedenleri olması gereken hastalık belirtilerini nasıl yaşatabildiğime şaşırıyordum. insan kendi başını isteyerek ağrıtabilir mi? midesini bulandırabilir mi? isteyerek ölebilir mi? sadece düşünerek hepsi yapılabilir mi?
artık tamamen delirmeye başladığımı ve ilk defa düşüncelerimin gerçekten kontrolden çıktığını hissettiğim anda, bir ses arkamdan seslendi. büyük bir uykudan uyanmış gibi sıçrayarak döndüm. sesin sahibi annemdi. elimdeki sigarayı hemen attım, görmemişti. ve aramızda aynen şöyle bir konuşma geçti:
''ne işin var oğlum bu saatte burada? dersin yok muydu senin?''
''ders erken bitti anne, bıraktılar bizi. ben de yarınki resim dersi için alışveriş yapmaya gidiyordum. sen nereye gidiyorsun?''
''biraz yiyecek bir şeyler aldım, eve dönüyorum.''
''gel istersen sen de benimle?''
''yok. ben yoruldum eve gideyim, sen işlerini hallet.''
ve gitti. sokağın köşesini dönmesini bekledim arkasından bakarak. sonra da yıkıldım dayandığım duvarın dibine. nasıl tam deliliğin içinde yüzdüğümü düşündüğüm bir anda, böylesine çabuk ve hatasız bir şekilde normale dönebiliyordum? nasıl olabiliyordu? neden anneme ''ben çok kötüyüm. kendimi çok kötü hissediyorum. belki de deliyim'' dememiştim? demiyordum. birkaç dakika boyunca olanları düşündüm ve sonra hayatımın en büyük hatalarından birini yaptım. çömeldiğim yerden kalktım. dükkanın vitrinine bakarak üzerimi düzelttim ve gittim..
eğer kabullenmemiş olsaydım o gün içimdeki deliliği ve normal hayata ani dönüşü, o andan birkaç yıl sonrasında ailemle monopoly oynuyor olurdum. gitmemiş, yıllarca uzakta yaşamamış olurdum. ama gittim. en büyük hatam sigara içtiğimi inkâr etmem gibi, delirdiğimi de inkâr etmem oldu. beynim bir et parçası olarak dayanamadı bu delirmelerime ve ani geri dönüşlerime. kaldıramadı genişleyip daralmasını. ya deli olduğumu itiraf edip tedavi edilmeliydim, ya da normal olduğuma kendimi ikna etmeliydim. bir tercih yapmam gerekiyordu. ben ikisini de seçtim. yani hiçbirini. ikisiyle de yaşayabileceğimi düşündüm. ancak kararım geleceğim için çok büyük ve belirleyici bir hata oldu. nasıl bir insan sürekli kilo alıp verince bedeninde sarkmalar çatlaklar olursa, benim de bilincimin sınırlarıyla sürekli oynamamdan ötürü zihnimde çatlaklar oluştu. geri dönülmez bir noktadaydım o günden birkaç ay sonra. iki değişik ben'i kabul etmiştim. ve ikisiyle de başa çıkabileceğimi düşünüyordum. tabii hayatımın ikinci büyük hatası da fazla nazlanmadı ortaya çıkmak için. hesaba katmamıştım o her şeyi dışarıdan seyreden üçüncü ben'i. hiçbir duyguyu, fikre dahil olmayan ben'i unutmuştum. içimde bir stadyum dolusu adam vardı. ve ben saymaya daha yeni başlıyordum. birinci ben, ikinci ben, üçüncü ben..
ama sonra anladım ki, o bir stadyum dolusu adam, asıl ben'i bir insandan canavara dönüştürmek için uğraşıyordu. bunu fark ettiğim o gece, bir anda boşaltmıştım o bir stadyum dolusu adamı zihnimde, gösteri iptal oldu, hadi herkes evine diye. geriye kalan o bir adamla, yani gerçek ben'le, geri döndüm huzuru bulmak için kaçtığım, ama huzurun kendisi olduğunu o an anlamış olduğum yere, evime. eve döndüm yıllar sonra ve arada stadyumu doldurmak için yola çıkan o adamlara yol vermekte zorlanmıştım ilk başlarda. ama çok yol kat ettim. sonuç mu? stadyumun yolunu unuttu gibiler bence. hatırlayan birkaçının da unutması yakındır. nedeni basit. çünkü ben artık o gösterileri bıraktım..