biraz vücudumu toparlama konusunda kendimle kavgalar, savaşlar verdiğim sıralardı. annemin artık "spora gel sen de" diyerek başlattığı kampanya babamın da desteği ile bir zorlamaya dönüşmüş gitmek farz olmuştu. "motivasyonum yok, gitmek istemiyorum" bahaneleri, "sen yıllarca basketbol oynadın sporcu adamdın ne oldu sana kaldır artık götünü" cümleleriyle savuşturuyor ve bir eskrimci edası ile alt ediliyordum.
yavaş yavaş spora, spor salonuna ısındım. hali hazırda bulunan programımı devam ettiriyordum. koşu bandından inip spor yapmanın verdiği dinçlikle minik bir antilop edası ile bench press yapmak için aletin başına geçtim. salonun o saatlerde sessiz olması beni motive ediyor, 482 gün boyunca ağır çalışmalar yaparak hayvan gibi olan yarmaların olmayışını sevinçle kutluyordum.
halteri sincap gibi pıt pıt kaldırdım. bir kaç setin sonunda bitirdim ve kafamı kaldırdım. mavi taytı ve kafasında bandanası ile onu gördüm. siyah gözlükleri gözünde bir metre mesafemde ısınma hareketi yapıyordu. Ne ara geldiğine dair en ufak fikrim yoktu. "yılmaz abi hayırdır ?" dedim şaşkınlıkla. yüzüme baktı gülümser gibi sadece "survivor" dedi. sonra merdivenlerden inerek pilates salonuna emin adımlarla gitti. bomboş bir salondan yılmaz morgüle uzanan bu geniş yelpazede ben ise şaşkındım.