sırlar saklanmalı ve açıklanmamalıydı... ama geçmişe ait anıların unutulmasına da izin verilemezdi! sonunda bir çözüm bulundu...
bir zamanlar orta asya'da yaşananlar, atalarımızın bilinmeyen gizli tarihini oluşturmuş bir süreçtir. bugün bile hala gizemini koruyan o günlerde yaşananlar, eski türk mitolojisi'ni oluşturan bazı efsanelerle günümüze kadar gelebilmiştir.
bir zamanlar dünyada yaşayan iki büyük uygarlık arka arkaya yaşanan büyük tufanlarla tarih sahnesinden silinmiş, sadece çevre kıtalara göç edenler hayatta kalabilmişlerdi.
insanlar yaşanan bu iki büyük yıkımın sonunda her şeye yeniden başlamak zorunda kalmışlardı. yüzyıllardır süren göçler sonunda bizim kıtalarımızda yeni yerleşim birimleri oluşturulmuş ve buralarda insanlık yeni bir devreye hazırlanmaktaydı.
binlerce yıl süren o muhteşem günler çoktan geride kalmış, insanlık artık aşağıya iniş sürecine girmiş, her geçen gün o eski bilgeliğin yerini yeni başlayan demir çağ'ın yaşam standartları almaya başlamıştı.
o büyük trajedi ve sonrasında yaşananlar gelecek kuşaklara aktarılmalı ve bu yaşananlar gelecekte de hatırlanmalıydı. o büyük mu kültürü unutulmamalıydı. gelecekte birçok dine kaynaklık yapacak ve inisiyelerin yolunu aydınlatacak olan "altın çağ"a ait anılar ve bilgiler yok olup gitmemeliydi.
ancak ortada bir sorun vardı... mu'ya ait bilgiler açık olarak aktarılamazdı. çünkü insanlık farklı bir çağa doğru ilerlemekte ve bu çağda artık açık bilgilere yer olmayacaktı. aksi takdirde tüm gidişat allak bullak olur ve insanlık aşağıya iniş sürecine geçemezdi. bir taraftan da tüm olup bitenler ve mu'ya ait bilgilerin hiç değilse bir kısmının aktarılması gerekiyordu.
hem açıklanmalı, hem de saklanmalıydı... ama bu öyle bir saklama olmalıydı ki, saklayalım derken tamamen unutlup gitmemeliydi.
bu hayli zor bir işti... adeta içinden çıkılmaz bir sorun gibi görünüyordu.
işte o gece ra-mu'nun başkanlığını yaptığı ve yüzlerce naacal rahibinin toplandığı o büyük mecliste buna bir çare arandı. sırlar nasıl açıklanacak ama nasıl saklanacaktı?... naacal rahiplerinin ve eski mu halkının hiç alışık olmadıkları bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. o güne kadar hiç böyle bir durumla karşılaşmamışlardı.
mu da böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. herşey apaçıktı.
bilgiler herkese aynı şekilde apaçık aktarılabiliniyordu. şuursal yapıları buna uygundu. şimdi ise farklı bir kıtada farklı bir sürecin içine girilmişti. "altın çağ"ın aydınlığı artık yavaş yavaş kararacak, "demir çağ"ın karanlığı tüm dünyayı saracaktı. bu insanlığın aşamalı aşağıya iniş sürecine gireceği anlamına geliyordu. bu çağrda insanlık açık bilgiden uzak kalacaktı. bunu da en iyi bilenler bu toplantıya katılan rahiplerdi.
kıtaları yaşanılan büyük tufanın sonunda parçalanmış ve geriye sadece küçük ada parçaları bırakarak okyanusun derinliklerine gömülmüştü. ardından da atlantis aynı kaderi yaşamıştı.
bu büyük trajedilerin yaşanmasından önce çevre kıtalara göçler düzenleyenler bu geldikleri yerlerde her şeye yeniden başlamak zorundaydılar. yeni yapılar, mabetler kuracaklar ve geçmişin anılarını burada yaşatarak geleceğe aktaracaklardı. ama en büyük zorluk bu anıların üstüne örterek anlatmakta yaşanıyordu. hem anlatacaklar hem de saklayacaklardı. açıkça değil, üstü perdelenmiş bir şekilde...
sonunda bir yol bulundu ve mitolojiler oluştu...
... "altın çağ" artık sona ermişti. artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. ama eskinin anıları geleceğe de bu bulunan yolla aktarılabilecekti...
Kaynak: Ergun Candan - Atalarımızın Gök Tanrı dini