küçükken almanya-stuttgart'ta yaşayan halamın türkiye'ye gelişini ben dahil, ailedeki hemen herkes dört gözle beklerdi. izine iki senede bir gelirlerdi. yaklaşık 5 haftalık bu tatili parçalara ayırmışlardı. 4 gün x halamda, 4 gün y halamda, bir hafta ankara'da, 3 gün köyde, geriye kalan zamanı ise kendi evlerinde. her gittiği evde halamın valizinin, hane halkı tarafından içinde teknolojinin, modanın son harikalarını sakladığı düşüncesiyle adeta büyülü gözlerle incelendiğini hatırlıyorum. halamı havaalanından kimin alacağı, halamın ilk kimde kalacağı aile içinde hep ufak hesapların malzemesi olmuştur. çünkü halamı ilk ağırlayacak hane, bu valizin içinden çıkacak harikaları etraflıca inceleme, kime alındığı gözetilmeksizin beğenilen ürüne el koyma avantajına sahip olacaktır.
bunu neden anlatıyorum? çünkü almanya'da senelerdir işsizlik maaşıyla ve halamın gittiği temizlik işlerinden elde edilen gelirle alınan bu ürünleri o zamanlar "vay be, alamanya değil mi? her şeyin en iyisini yapıyor adamlar..." düşüncesiyle değerlendirirdik. halbuki şimdi zaman zaman çibo'ya kahve almaya uğradığımda, dükkanın berisinde satılan mutfak ürünlerinin, giysilerin, aksesuarların hep o büyülü bavulda getirilen şeylerin birebir aynısı olduğunu görüyorum. aynı ürünler artık türkiye'de de var, çok daha iyileri var; ancak o valizin içinden teker teker çıkarılan ürünlerin eltiler ve görümceler arasında sebep olduğu soğuk savaş sıcaklığını bugün bile koruyor.