Karanlık bir odadayım. Önümde karanlık bir ekran var, dirseklerimi klavyesine dayadım, ayaklarım yorganın altında bağlı oturuyorum. Ellerim telefonda, yatağın bittiği yerdeki askıyı seyrediyorum. Odada çay içildi, çekirdek yendi. Yanımdaki küçük masada bir dörtgen metal tepsi, içinde çekirdeğin koyulduğu ve tükendiği büyükçe bir oval cam tabak, tabağın üstünde kullanılmamış porselen servis tabakları duruyor. Tepsinin yanında adeta yıkanmak için yalvaran, içinde çay içilmiş bir su bardağı bekliyor. Ancak ben o bardağı yıkamayacağım, kim içtiyse o yıkasın istiyorum. Belki sonradan fikrim değişir ama zannetmiyorum. Zira çayı içen arkadaş her gece bardağını bırakıyor ve bana göre ince belli bir cam bardak dışında içilmemesi gereken çayın su bardağıyla içilmesi, bardağını yıkama meziyetini göstermemenin getirdiği kabahati görmezden gelmemi engelliyor.
işin teorik kısmı bu kadar karmaşıkken pratikte durum çok basit. Yatağımdayım, gözlerim düşüyor, çayı ben içmedim, o bir çay bardağı da değil. Pratikte bu koşulların herhangi biri de yeterli olacaktır benim bardağı yıkamayışıma. Ruh hâli faktörü de tamamen benden yana, hürriyet fikrinin duygularıma bu denli tesir ettiği son günlerde böyle kullanılmışlıklar beni esaret altında hissettiriyor.