Bütün eski fotoğrafları yırtıp attım diyordu bir hanımefendi...
Elbet de yer küresi üstünde hayat, ne bugün doğan bebekle başlıyor, ne bugün ömür takviminin son yaprağını koparmış bir insanoğluyla bitiyor.
Ama bugün doğan bebek için hayat bugün başlıyor ve ömür parantezini kapatan insanoğlu için de bugün bitiyor.
* * *
Boğaz kıyılarındaki bir lokalde, şenlikli bir gece...
Sağ yanımda Yıldız Kenter oturuyor.
Yıldız Kenter'i ilk gördüğümde, Ankara Konservatuvarı'nın tiyatro bölümünde son sınıf öğrencisiydi.
O tarihlerde Ankara'ya 'Comédie Française' sanatçılarından küçük bir grup gelmişti. Bendeniz de onları, istekleri üstüne konservatuvara götürmüştüm ve Yıldız, okul sahnesinde bir mim gösterisi yapmıştı.
Grupta bulunan Paris'in ünlü aktrislerinden Michel Alfa, omzuma dokunmuş:
- Bu kıza dikkat edin, çok büyük bir yıldız olacak, demişti.
* * *
Yıldız'ın babası Naci Bey de, Londra'da genç bir diplomatken; âşık olup evlendiği bir ingiliz balerini nedeniyle -bir yabancıyla evlendiği için- diplomatlık kariyerinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
* * *
Bazı sabahlar Ulus gazetesine yürüyerek giderken, Ankara Postanesi’nin karşısındaki Kürdün Meyhanesi önünde Naci Bey'le karşılaşırdım.
Ve birlikte beklerdik meyhanenin açılmasını, ilk kadehleri tokuşturmak için.
* * *
Yıldız Kenter yanımda oturuyordu. Boğaz gecesine ışıklar vuruyordu.
Bir hanımefendi:
- Bütün eski fotoğrafları yırttım attım, diyordu.
* * *
Bütün eski fotoğraflar, ömrümüzün bitirilmiş günlerini gösterir; kaybolmuş hayatımızın mezar taşıdır hepsi. Sadece sonuncusunu göremeyiz.
* * *
Köyceğiz Gölü'nün kıyılarındaki Ölemez Dağı'nda; 2300 yıl öncesine ait antik bir tiyatronun kalıntıları var.
Bir büyük kavis halinde kat kat aşağılara inen taştan izleyici yerlerine bakarken; aklıma hep aynı soru takılır:
- Acaba Sofokles'in eserleri de oynadı mı burada?
* * *
Ömrümüzün eski fotoğrafları ve Sofokles...
Ne var ki Sofokles'in eserleri eski bir fotoğraf değil; doğanları ve ölenleriyle iNSANLIĞIN canlı heykeli...
* * *
Yıldız'a:
- insanlar, dedim; günlük hayatta çeşitli rollere bürünürler. insanın gerçeğini tiyatrolar sergiler.
Ve bir şey daha dedim:
- Beynimizdeki süper ego sansürünü gevşeten şarap içilmiyorsa; kendi gerçeklerimizle, günlük hayatta rol yapan krallarımızın da, kahramanlarımızın da gizlenmiş zaaf ve hergelelikleriyle yüz yüze gelmeyi istemez ve tiyatrodan yoksun yaşamaya doğru kırarız dümeni.
* * *
Bir Afgan şahı, görmek ister mi tiyatroda bir şahın nasıl mastürbasyon yaptığını?
* * *
Gelişmiş ve bir türlü gelişmişliğe terfi edememiş yöreler...
Birincilerde hiç tiyatroya gitmemiş kimse var mıdır; ya ikincilerde?..
* * *
Bir de gelişmiş kesimdeki oynanmış piyeslere bakmalı...
Molière'in, bir papazın sahtekârlığını yazıp oynadığı 1660'lı yıllarda; Avcı 4. Mehmet Padişahtı istanbul'da.
Molière, bir Osmanlı olsaydı da istanbul'da, bir Hoca'nın sahtekârlığını yazıp oynamaya kalksaydı; imkânı mı vardı?
* * *
O yıllarda Fransa tahtında oturan 14. Louis ise, bol bol şarap içer, dans etmeye bayılır ve koyu bir Katolik olan annesinin hışmına karşı Molière'i hem kollar, hem piyeslerine olan hayranlığını esirgemezdi kendisinden.
Molière öldüğünde, kilise cenaze töreni yapmayı reddettiği için; 14. Louis geceleyin gömdürmüştü Molière'i.
* * *
Boğaz kıyılarındaki eğlenceli toplantıda, dostlardan bazılarının babaları da, sıcak dostlarımdı bendenizin.
Onlarla da evlerde, lokantalarda buluştuğumuz çok olmuştu.
* * *
Kaybolmuş dostları düşünmek de, eski fotoğraflara bakmak gibi, hüzün veriyor insana...
Yıldız:
- Acaba babam da, görüyor mu bizi şimdi, dedi.
- Görüyor, dedim; nasıl olsa bir gün yine hep buluşacağız.
Gözlerimiz karşılaştı, kırık bir gülücükle.
* * *
Politikanın gündemi:
- Şimdi ne olacak, ne olmayacak; acaba kim bastı düğmeye, niye bastı?
- ...
- Ekonomik bir kriz kapıda mı, değil mi?
* * *
Ay aman yahu... Boğazın sularına doğru kaydı bakışlarım ve elim de şarap kadehine doğru uzandı.
Sulara vuran ışıklar, Yahya Kemal'in mısralarıyla oynaşıyor gibiydi:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde
Ve:
Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç