hatırlıyorum.
yazın toz toprak savuran rüzgarlarıyla, kışın da yığınla yağan karı ile kimselerin yaşamak için tercih etmediği, bir şekilde yaşayanların ise fırsatını bulunca kaçmak için can attıkları ücra taşra kazasının sınırlı sayıdaki lojmanlarından birinde oturuyorduk. kış mevsiminde bütün su tesisatının donduğu, toprak avlulu, manzarası da şehir kanalizasyonun doğrudan aktığı pis/bulanık dereye bakan lojmanlar...
aynı gelir düzeyine sahip, aynı işle meşgul ve aile anlayışları da birbirinin nüshası olan bir grup insanın yaşam alanı olan lojmanlar... komünal dünyamız bizim...
ilkokul birinci sınıf öğrencisiydim. soğuktan camlarımızın buz tuttuğu bir kış mevsimi ve aylardan ramazan... babamla aynı işi yapan ve diğer yönleriyle de komünümüzün doğal bir üyesi olan lakin lojman sayısı yetersiz olduğu için yakın mahallelerden birinde oturmak zorunda kalan şefik hoca, ailesiyle birlikte iftara gelmişti. karanlık çöktü çökecek... kazadaki herkesler kesintiye alışık olduğu için her evin vazgeçilmezi olan löküs lambalarımız da, elektrikler âdeti olduğu üzre kesik olduğundan, yakılmak üzere hazırda bekletiliyordu. şefik hoca, eşi, küçük kızları ve benden bir ya da iki yaş küçük oğulları ilhami...
löküs ışığının sarımtrak buğusundan mıdır, o iftar saatinin lahutiliğinden midir, yoksa hikayenin devamında vuku bulan gelişmelerden midir bilmiyorum ama şimdilerde son derece efsunlu bir anı olarak zihnimde çakıp duran o akşam, evimizde pişen içli köftelerin kokusuyla kurmuştuk soframızı, odanın orta yerine... genelde erkeklerle yemek yiyen ben, her nedense o akşam kadınlarla birlikte yemek yiyorum. bir sessizlik, bir tatlı melankoli...yemeğimi hızlıca yiyorum. cam dibinde duran ve evimizin yeganesi olan çekyata geçiyorum.
cam diplerinden sızan soğuğun vücuduma dokunuşu...
ölgün ışık...
sessizlik...
ve sofra etrafında kümelenmiş insanlar...
görüntü burada kesiliyor.
sonrası karanlık...
--------------------------------------
ve 22 yıl sonra...
doğruluyorum yatağımdan...
saatler gece yarısını vuruyor...
22 yıl önce vuku bulmuş ve hatırlanmak için en ufak bir gerekçeye sahip olmadığı halde gelip de zihnime kurulan bu alelade hatıranın garipliği ile duraksıyorum.
şefik hocayı birkaç sene önce akciğer kanserinden kaybettiğimizi anımsıyorum birden.
hastalık elinden eridiğini anlatmıştı babam...
arkadaşım ilhami ise akıl hastahanesine yatırılmıştı...
tekrara sarmış bir şekilde zihnimde dolanmaya devam eden o hatıraya bir de bu gözle bakıyorum.
o odadakilerden biri, günün birinde akıl sağlığını yitirecekti...
bir kadın dul kalacaktı.
kızlardan biri yetim kalacak, diğer ikisi çoluk çocuğa karışıp aile sahibi olacaktı.
cam dibinde onları izleyen çocuk ise kendisine isabet eden yalnızlığını 22 yıl sonra bile sabırla taşıyor olacaktı.
bir ses, huzurla ve mütevekkil bir sessizlikle iftarını açan o insanlara kendilerini bekleyen bu hakikati fısıldayacak olsaydı, orada huzurun kırıntısı dahi kalacak mıydı acaba?
ve günün birinde kendilerini çekyattan izleyen küçük çocuğun bu gözlemlerinin öylece bir bakınmak olmadığı söylenecek olsaydı kaçı ehemmiyet verecekti?
22 yıl önce o komünün mensupları aynı noktada duruyordu...
aynı hizada, kolkola...
aynı aileler ve aynı koşullar...
fakat 22 yıl sonra herkes aynı noktada değil.
komün paramparça...
insanların herbiri ayrı ayrı yerlerde, ayrı ayrı dertlerin kucağında ve maalesef ayrı ayrı alemlerde...
ne düşünmem gerektiğini pek anlamadan yakıyorum sigaramı...
dışarıda aynı karanlık...