Vaktiyle tayyip erdoğan, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir.
Fakat iş cumhurbaşkanı olmak ya da bir devlet başkanı olmaya çalışmaktan ibaret değildir.
Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir…
Saç, sakal, bıyık, kas. ne varsa hepsinden.
tayyip erdoğan, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi, der.
Berber tayyip erdoğan'ın saçlarını kazımaya baslar.
tayyip erdoğan aynada kendini takip etmektedir.
Basının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri.
Doğruca tayyip erdoğan'ın yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
tayyip erdoğanlık bu…
Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek.
Kaideyi bozmaz tayyip erdoğan.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.
Berber mahcup, fakat korkmuştur.
Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa baslar.
Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar tayyip erdoğan'ı, alay eder:
“Kabak aşağı, kabak yukarı.”
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar.
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir.
Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır.
Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir tayyip erdoğan'a bakar, gayri ihtiyarî sorar:
– Biraz ağır olmadı mi usta?
tayyip erdoğan mahzun, düşünceli cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!...
işte ilminden usal olunmaz uzun adamımızın ufak bir hikayesidir, ne mutludur ki ibret almasını bilenler çoktan aldılar bile...