arap desteği olmasa kurtuluş savaşı kaybedilirdi

entry72 galeri
    47.
  1. 1916 yılının Şubat ayında tarihi Erzurum Kalesi düşmanın sürpriz bir saldırısıyla düştüğünde, bu durumun Osmanlı ordusundaki Arap subaylarının Çarlık Rusyası'nın komutanlarına verdiği bilgiler sayesinde gerçekleştiği anlaşıldı. (Osman Özsoy, Saltanattan Cumhuriyete Kurtuluş Savaşı, s.19)

    Emir Hüseyin'in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: "...Uyanınız! Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi." (Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.330)

    Emir Faysal'ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: "Bütün Müslümanların gözleri ingiltere'ye dikilmiştir. Türk-Müslüman imparatorluğu'nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar." (Erol Ulubelen, ingiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s.118)

    Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. imdi müslümanlar bir bir Türklerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar.Ve Türkleri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübaleğa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merve geldiler.
    (Tarih-i Taberi / Cilt 3/ Syf-343)

    Mekke Emiri Hüseyin, 11 Mart 1917'de Bağdat'ı ele geçiren General Mod'a, "Bağdat'ı Turanilerden(Türklerden) kurtardığı için Allah'a şükrettiğini, ingilizlerin başarılarına duacı olduğunu" bildirecektir. (Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.303-304)

    Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkana vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybenin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkana girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybenin askeri orada hesapsız adam öldürdü. (Tarih-i Taberi / Cilt 3/ Syf-343)

    Kuteybe dedi: -Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü). (Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün) Bunun üzerine Neyzeki ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osmandır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccaca gönderdiler.(Tarih-i Taberi / Cilt 3/ Syf-347)

    Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. (Ziya Kitapçı, islam Tarihi ve Türkler, Sayfa 314)

    Fahrettin paşa'nın anılarından;

    savaşı sırasında Medine'yi korumakla görevli Fahrettin paşa ve askerleri, üç yıla yakın bir süre devam eden bu görevde kendi yiyeceklerini halkla paylaştıkları için yiyeceksiz kalırlar. Fahrettin Paşa yiyecek sıkıntısı nedeniyle askere bir tamim yayınlayıp çekirge yemelerini bildirir. Kendisinin de çekirge yediğini ifade ederken, özel bir çekirge menüsünden de bahsederek tarifesini verir;"Dün benim soframda çekirge tavası vardı. Arkadaşlarla yedik çok leziz idi. Hele zeytin yağlı ve limonlu salatası pek hoş oluyor. Eğer fazla çekirge toplayabilirseniz bana da gönderin" diye de not geçiyor. Türk askerleri gıda konusunda kendilerini korudukları bedevilerden-araplardan hiç yardım görmezler. Tarih meraklıları bilirler, Araplar ingiliz oyunlarına inanınca topraklarındaki Osmanlıları çıkarmak için kalleşçe hep arkadan vurdular, Anadoluya dönmek üzere yola çıkan askerlerimizin geçeceği yerlerdeki su kuyularına zehir attılar. Hatta vahşetleri o boyutlara ulaştı ki silahsız savunmasız geri çekilen ve yaralılardan oluşan hastane tümenine saldırarak Osmanlı askerlerini bunlar altınlarını yutup midelerinde saklarlar diye karınlarını deşerek vahşice katlettiler.

    "... 57. Alay 180 yükseltili tepeyi, 27. Alay da Kırmızı Sırt'ın büyük bölümünü geri aldı. Ama sol kanattan haber gelmiyordu. Buraya yollanan 77. Arap Alayının, 27. Alayın soldaki taburuyla birlikte düşmanı denize doğru sıkıştırıyor olması gerekmekteydi. Anzakların denize süpürülmesini bu baskı sağlayacaktı. M. Kemal cepheyi siper siper denetleyip askerinin ateş altındaki durumunu inceleyerek, gün doğarken Kocedere'ye gelecek, çok üzücü, çok şaşırtıcı bir olayla karşılaşacaktı. Çanakkale'de bir daha yaşanmayacak bir olayla...

    Gün ağarıyordu... Telefon bağlanmadan, 77. Alayın 1. Tabur Komutanı Binbaşı Hacı Mehmet Emin Bey geldi. Gözleri ağlamış gibi kıpkırmızıydı.

    -"Efendim" dedi, "... Utanç içindeyim. Ne yazık ki, alayımız çil yavrusu gibi dağılarak savaş alanından kaçmıştır..."

    - "Ne diyorsunuz?"

    -"... Alay komutanını bulamadım. Sizin buraya geldiğinizi duyunca bilgi sunmak için koşup geldim."

    Mustafa Kemal bu dürüst askeri Trablus'ta sömürgeci italyanlarla savaştıkları günlerden tanıyordu. Yanında kol komutanlığı yapmıştı. Gece sol yandan neden bilgi gelmediği, Anzakların niçin denize sürülemediği anlaşıldı. Savaş alanından kaçmak, bağışlanabilir suç değildi. Hacı Mehmet Emin Bey'e, "Alayı Kocadere'nin batısında toplayınız..." dedi, "...Yine kaçan olursa vurunuz!"

    ...

    Arap askerlerinin bazı halleri, tavırları, alışkanlıkları, tümende bulunan Türk askerlerini şaşırta gelmişti... Ama en çok da bu adamların çoğunun silah arkadaşlarını ateş altında bırakıp kaçmalarına şaştılar. Bambaşka bir milletin ve çok farklı bir toprağın çocukları olduklarını yaşaya yaşaya her gün biraz daha iyi ve derinden anlamaktaydılar"

    (Age, s:296-297 / Age, 4. Bölüm 75, 76 ve 77 nolu dipnotlar, s:623. Turgut Özakman söz konusu dipnotları M. Kemal, Fahrettin Altay, Şefik Aker, izzettin Çalışlar gibi Çanakkale Savaşlarında görev alan komutanların resmi raporlarına ve adı geçenlerin anı ve müşahedelerine dayanarak hazırlamıştır.)

    kurtardığı için Allah'a şükrettiğini, ingilizlerin başarılarına duacı olduğunu" bildirecektir.

    (Fahri Belen, 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.303-304)

    ***

    Lawrens'in altınla satın aldığı, derleyip toparladığı Araplar, bütün yarımadada Osmanlı askerlerini ve Teşkilât-ı Mahsusa ajanlarını tek tek avlarlar. Bu toplu katliamlar, zaman zaman Lawrens'de bile tiksinti duygusuna yol açar.

    (Tuncay Özkan: Bir gizli servisin Tarihi, 1997:44-45)

    ***

    Türk Ordusunun Eylül 1918 ayı içerisinde Tafas çekilme harekâtında Lawrence, kinini ve öfkesini kontrol edemez haldeydi. Artık Türkleri hiçbir şeyin kurtaramayacağını biliyordu. Bütün benliği ile kendini o kanlı katliama vermişti. Korkunç çığlıklar atıyordu. Deli gibi bağırıyordu. Süngülü bir Türk erinin yüzüne ateş etti ve yere yığılan ölüyü atına çiğnetti. Arap askerleri, Lawrence’ın kışkırtmasıyla Dera da terkedilmiş bulunan bir hasta trenindeki bütün yaralı ve hasta Türkleri merhametsizce öldürmüşlerdir.

    (A.g.e. ; s.173 - Willy Bourgeois; Çeviren Nusret Kuruoğlu, Lawrence, istanbul, 1967, s. 135–136)

    ***

    Türk Ordusu, Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken Dera Tafas köyü civarında Lawrence, yanında bulunan Arap birliklerine; “…Savaşçılar! içinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz. Hepsini öldürün! Hepsini öldürün!” demiş, bunun üzerine Arap kumandanlarından olan Tallal, Auda ve Nasır’da bedevi askerlerine aynı şekilde “Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz!” komutunu vermiş ve uygulamışlardır. Ayrıca Tallal, çekilen Türk askerlerini takip ederken yolda halsiz bir şekilde uzanan “su… Su…” diyen bir Türk askerinin başına ateş ederek onları öldürmüş, yol boyunca gücü tükenmiş diğer Türk askerlerini de adamları ile birlikte insafsızca katletmiştir.

    (Matthew Eden; Çeviren Kemal Kutlu, Casus Lawrence’ın öldürülmesi, Bayrak Yayınları, Çağaloğlu / istanbul, 1991, s. 170)

    ***

    Arap Kuzey Ordusu’nun karşısında bulunan Cemal Paşa komutasındaki 4. Türk Ordusu da, Dera’dan kuzeye Şam’a doğru çekilmeye başlamıştır. Araplar; yol boyunca çekilen ve bitap düşen Türk askerlerine Lawrence’ın de kışkırtması ile insafsızca saldırıyor, onları arkadan hançerliyordu.

    (Hicaz, Asir, Yemen Cephesi ve Libya Harekâtı (1914–1918),Birinci Dünya Harbinde Türk Tarihi, VI nci Cilt Gnkur. ATASE Bşk.lığı Askeri Tarih Yayınları, Seri No: 3, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1978, s. 367)

    ***

    ‘’Sultan Mehmet Reşat, bir yandan Türk Ordusunu harekete geçirirken, diğer yandan da Halifelik sıfatını kullanarak 11 Kasım 1914’te “Cihad-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş)’i ilan etmek suretiyle, ortak düşmana karşı islâm âlemini birlikte savaşa katılmaya çağırmıştı. Ancak Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Hicaz’da kutsal savaşa razı olmamıştı. Şerif Hüseyin’in esas gayesi, Arapların Kralı olmak ve Halifeliği ele geçirmekti. Kahire’deki ingiliz Genel Valisi Sir Henry McMahon ile Şerif Hüseyin arasında Temmuz 1915 ayı içerisinde yapılan ilk pazarlıkta, kurulması tasarlanan Arap imparatorluğu sınırının; Kuzey’de Mersin, Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil, iran sınırına kadar, Doğuda, Basra Körfezi, Güneyde, Aden üssü hariç Hint Okyanusu kıyısı, batıda ise Kızıldeniz-Akdeniz (Mersin’e kadar) kıyılarını kapsayacak şekilde olması görüşülmüştü.’’

    (Hicaz, Asir, Yemen Cephesi ve Libya Harekâtı (1914–1918), Birinci Dünya Harbinde Türk Tarihi VI nci Cilt Gnkur. ATASE Bşk.lığı Askeri Tarih Yayınları, Seri No: 3, Ankara, Gnkur. Basım Evi, 1978, s. 151–152)

    ‘’1916 yazında Arap meselesi ingilizlerin lehine dönmüştü. ingilizler için sadece hazırlanan esaslar üzerinde faaliyete devam etmek kalıyordu. Araplar ile olan bu çatışma ingilizlerin o kadar işlerine yaradı ki, Mısır Seferi diye anılan bu seferin daha sonraki aşamalarında, ingilizler, sanki kendi memleketlerinde savaşıyorlarmışçasına müsait şartlar altında savaştılar. Türkler ise kendi memleketlerinin bir kısmında doğrudan doğruya düşmanca duygular besleyen yerli halk arasında savaşmaya mecbur olmuşlardı.’’

    (Liman von Sanders, Türkiye'de Beş Sene s.178)

    ***

    ''Türk toplumunun Yemen’de ölmüs Türk askerlerine en azından bir Türk şehitliği bulunmalıydı. Oysa, Yemen'de ingiltere'nin bile şehit mezarlığı var.''

    (Türkiye'nin Yemen Büyükelçisi Türel Özkarol, 2005)

    ***

    Kitaplarda, belgelerde, gözlemlerden en çok Yemen`de yitirdiğimiz Türk asker sayısını aradım. Farklı rakamlar çıktı ortaya. Üzerinde birleşilen rakam 300 bin! Bir ansiklopedideki not ise kaybın büyüklüğünü anlatmak için rakamı gereksiz kılıyordu: Tarih, Yemende ölen Türklerin sayısını bilmiyor, öğrenmekten de ürküyor!”

    (Mustafa Balbay, Türkler Mezarlığı Yemen, istanbul, 2005)

    ***

    Filistin bayrağı, ilk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916'daki Osmanlı Devleti'ne karşı yapılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak tasarlandı. Ardından 1964 yılında bayrak Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin halkının bayrağı olarak ilan edildi ve 15 Kasım 1988 yılında da yine Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin Ülkesi'nin bayrağı olarak ilan edildi.
    6 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük