Sözlükte "güzel ve çirkin, iyi ve kötü" anlamlarına gelen, husun ve kubuh tabiri, dünyada övgü ve yergiyi, âhirette de mükafat ve cezayı gerektiren şey demektir. Kelam ilminde "husun ve kubuh" beş farklı şekilde tanımlanmıştır:
1- Maksada uygun olana husun, olmayana kubuh denir. Adaletin husun, zulmün kubuh olması gibi.
2- Tabiatı mülayim olana husun, olmayana kubuh denir.
3- Kemal sıfatı olana husun, kusurlu ve eksik olana kubuh denir. ilmin güzel, cehaletin çirkin oluşu gibi.
4- Medh ve senâya değer olana husun, kötülenmeyi ve yerilmeyi gerektirene kubuh denir. Cömertliğin güzel, cimriliğin çirkin oluşu gibi.
5- Allah'ın medhine ve mükafatına konu olan şey husun, kötülemesine ve azabına vesile olan şey ise kubuhtur. ilk dört manada güzelliğin ve çirkinliğin (hüsn ve kübhün) aklî olduğu konusunda islâm âlimleri arasında ihtilaf yoktur. ihtilaf sadece beşinci manadaki güzelliğin ve çirkinliğin şer'î veya aklî olması konusundadır.
Mu'tezile bir şeyin iyi (husn) veya kötü (kubh) olduğunun aklen bilinmesi gerektiğini savunur. Eş'arîlere göre, husun ve kubuh akıl ile anlaşılamaz; bir şey Allâh emrettiği için iyi, yasakladığı için de kötüdür. Maturîdî bilginlere göre, eşyada husun ve kubuh vardır. Allâh, iyi olanı emreder, kötü olanı da yasaklar. Dolayısıyla husun ve kubuh akıl ile de bilinebilir.
hüsün (hüsn) ve kubuh (kubh) güzel ve çirkin anlamına gelmekle birlikte estetik bir ifade değil, ahlaki bir ifade olarak kullanılmıştır. iyilik, kötülük ve adalet gibi kavramlar "şer'i midir yoksa akli midir" şeklinde özetlenebilecek olan bu tartışmada eş'ariyye ve selefiyye ile şâfiî, mâlikî ve hanbelî usulcülerine göre bu kavramlar şer'îdir (yani tanrı istediği için iyidir), buna karşın cehmiyye ve mutezile başta olmak üzere şia, kerrâmiye usülcülerine göre aklidir (yani bizatihi iyidir.) matürudiyye ve hanefi usulcülerinin çoğunluğu bu kavramların akli olduğunu kabul etmiş, küçük bir kısmı ise ara bir yol bulmaya çalışarak, bazılarının akli bazılarının şer'i olduğunu ileri sürmüştür.
ikilemin bir ucunu oluşturan mutezile'ye göre iyilik, kötülük, adalet gibi ahlaki değerler, vahiyden bağımsız, gerçek bir varoluşa sahiptirler. davranışları ahlaken iyi veya kötü kılan objektif özellikler vardır. bir davranışın ahlaken iyi veya kötü olması, allah’ın onu emretmesi veya yasaklamasıyla değil, o davranışta bulunan faydalı veya zararlı olma gibi birtakım özellikler sebebiyledir. hatta allah’ın bir davranışı emretmesi veya yasaklaması, adı geçen davranıştaki bu özelliklere bağlıdır. vahiyden bağımsız, objektif bir varoluşa sahip olan ahlaki değerler, mutezili kelamcılara göre, genellikle sadece insan aklıyla bilinebilir. antik yunan felsefecilerini islam düşüncesi ile bağdaştırmaya çalışan ibn-i rüşd de mutezile ile benzer bir tutum almıştır.
eş’ari ve gazali de dahil eş’ariyye ekolüne bağlı olan kelamcılara göre ise, adalet, iyilik, kötülük gibi ahlaki değerlerin allah’ın emretmiş olmalarından başka bir manaları yoktur. buna göre allah tarafından emredilen, buyurulan davranışlar ahlaken iyi, yasaklananlar ise ahlaken kötüdür. gazali'nin bu konudaki yaklaşımı ikilemin diğer ucuna güzel bir örnek sayılır. gazali'ye göre iyilik, kötülük, adalet gibi kavramların bir anlamı yoktur, çünkü bu kavramların kendi başlarına anlamlarının olması tanrının iradesi ile çelişir. gazali'ye göre "yüce allah'ın, mükellef kıldığı kulları kendisine itaat ettikleri zaman, bu itaatlarından dolayı sevaplandırması veya mükafatlandırmasının vacip olmadığını iddia ediyoruz. aksine yüce allah, dilerse onları sevaplandırır, dilerse cezalandırır, dilerse yok eder ve haşretmez. bütün kafirleri affetmesi ve bütün mü'minleri de cezalandırması, onun için bir şey ifade etmez. bu, onun nefsinde imkansız olmadığı gibi; ilahi sıfatlardan herhangi bir sıfata da aykırı düşmez. çünkü teklif, allah'ın kendi kulları ve mülkleri üzerinde bir tasarruftan ibarettir. ayrıca bu üç anlamda sevabın vacip olmasının anlaşılması imkansızdır. üstelik husun (iyi) ve kubuh (kötü) deyimlerinin de bu konuda bir anlamı yoktur."
maturidi’ye göre iyilik, kötülük gibi ahlaki değerler, ontolojik manada objektiftirler. insan davranışları, bizzat iyi olanlar, bizzat kötü olanlar ve bu ikisi arasında bulunanlar olmak üzere üçe ayrılırlar. bizzat iyi ve bizzat kötü olanın bilgisine insan aklı, vahiyden bağımsız olarak sahip olurken, diğerleri ancak vahiyle bilinirler.
sırf Allah rızası için, emredildiği için yardıma muhtaç birine iyilik yapmak mı, yoksa bir insana yardıma ihtiyacı olduğu için yardım etmek mi?
Veya sırf Allah yasakladığı için, sebebini hiç sorgulamadan, anlamadan tecavüzden uzak durmak mı, yoksa bir insana rızası olmadan dokunmaya kimsenin hakkı olmadığı için, bunun bilinciyle bu hareketten uzak durmak mı?
Şayet bütün mesele düşünmeden itaat etmekten ibaret ise akıl neye yarar? Vahiyden önce iyiyi kötüyü ayırt edebilecek kudrete sahip değil miydi insanlar?