"Dinle, bu ney neler hikâyet eder,
ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.
Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.
iştiyâk derdini şerhedebilmem için,
ayrılık acılarıyla şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.
Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse,
orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.
Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl
olanlarla da, hoşhâl olanlarla da düşüp kalktım.
Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu.
içimdeki esrârı araştırmadı.
Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu
görecek nûr, her kulakta onu işitecek kudret yoktur.
Beden ruhtan, ruh bedenden gizli değildir.
Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur.
Şu neyin sesi ateştir; hava değildir.
Her kimde bu ateş yoksa, o kimse yok olsun.
Neydeki âteş ile meydeki kabarış,
hep aşk eseridir.
Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri,
bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır.
Ney gibi hem zehir, hem panzehir;
hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür.
Ney, kanlı bir yoldan bahseder,
Mecnûnâne aşkları hikâye eder.
Dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk
etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur.
Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve
ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu –yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti.
Günler geçip gittiyse varsın geçsin.
Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!..
Balıktan başkası onun suyuna kandı.
Nasipsiz olanın da rızkı gecikti.
Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar.