aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni

entry2 galeri
    1.
  1. .. doktor beni sanıyor hâlâ şizofreni.'' olarak devam eden şiirdir. malûm başlık kısıtlaması (bkz: zall şuna bi çözüm bul lan vicdansız)

    ''recep abi. yıllarca hem hasta olarak hem ziyaretçi olarak geldim gittim bakırköy'e. hayır oralıyım zaten. orada nice senin gibi güzel abilerle ablalarla konuştum. teller arasından sigara alışverişi yaparak nice sohbetlerimiz oldu. fakat şu yazılardan sonra seninle hiç tanışmamış olsak da hiçbiri yerini tutmadı. diyalogda değildik biz. sadece benzer ruh hallerindendi. ama tanımış gibi oldum seni be abi. yine de için rahat olsun. oralarda hâlâ senin yolundan senin aklından varız. bir de şerefsiz itler nedense o tel örgüleri kaldırıp duvar falan koydurtmuş. duvardan mı atlasam ne yapsam da ulaşsam bizim dostlara bilemedim. buralarda olsan kesin sağlam söverdin can yücel'den bayrağı devralarak. velhasıl abim.. gittiğin yerde üsküdar var mı bilmem ama oralarda mutlu olmaya bak. kitapta yakaladığım hikâyeni yazmadan evvel sana yazmak istedim. kopan gönül frenlerinden selâm ederim..''

    bakırköy ruh ve sinir hastalıkları'nda görev yapmış olan psikiyatrist dr. lâtif ruhşan alpkan'ın orada tanıdığı insanlardan anektod tadında kısa kısa yazdığı hikâyelerden biridir (bkz: bakırköy akıl hastanesinden anılar). copy paste değil, alınteri olarak aktarıyorum efem:

    ''bakırköy'de ilk günlerim. raşit tahsin pavyonu'nda konuşlanmış olan birimimizin iç bahçede de birkaç servisi vardı. yemek dönüşü birimimizin asistanları (nezih eradamlar, faruk bayülkem, şahap erkoç, cem ilnem vd.) buralara uğrar vizite yapardı. ben de onlara takılıp çevreyi keşfediyordum. 38. servisteki pinpon masasını o günlerde fark ettim. ve artık her öğlen mutlaka uğrar oldum.

    kısa bir süre sonra 38. servisin hastaları bana devrolmuştu. bembeyaz saçlı, üç numara tıraşlı, renkli gözlü, göbekli, elli yaşlarında bir hasta devamlı burnunu çekiyor, sigarasını emzik gibi hiç ağzından düşürmüyordu. ilk ''şiiri sever misiniz?'' diye sordu. ''sevmez miyim hiç!'' dedim. başladık şiir sohbetine. inanılır gibi değil, Recep Güngör adlı bu hasta birçok şairimizin onar-on beşer şiirini ezbere biliyordu. yahya kemal'i, faruk nafiz'i, nazım hikmet'i, orhan veli'yi, necip fazıl'ı, ümit yaşar'ı, bekir sıtkı'yı... daha önemlisi, kendisi de şairdi:

    istanbul'da beyoğlu,
    taksim, maçka,
    bakırköy'de sinirler laçka.

    artık her öğlen 38. servise gidiş sebeplerime bir de recep güngör katılmıştı. ona sorarsanız, o kara sevdalı bir âşıktı. ancak doktorların onu şizofren sandığını söylüyordu. şizofreni şiiri bunu anlatır:

    şizofreni

    aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni
    doktor beni sanıyor hâlâ şizofreni
    üsküdar taburculuk hasretiyle derinden
    kalbimi hoplatıyor bakırköy'ün treni
    ta uzaktan marmara aşkla çekiyor beni
    hayretle karşılarım beni deli göreni
    taburcu olmak için kullanmalı dümeni
    aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni
    doktor beni sanıyor hâlâ şizofreni

    o hasta olduğunu kabul etmezdi. şizofreni hiç değildi. kendini melankolik şair olarak tanıtırdı.

    melankoli

    alem mesut yaşar, bilmez elem keder nedir
    şairin ruhu bir harap mabet viranedir
    hulasa şairin ömrü bir içli senfoni
    kalbinde bir misafirdir gitmez melankoli

    onun şiirlerini dinleyebilmek için sigara ikram etmem gerekiyordu. ben saymadım ama günde 16 paket sigara içtiği rivayet edilirdi. ne kadar sigara, o kadar şiir...

    tıraşlar ve başlar

    akıllıdır aslında deli denilen başlar
    bakırköy'de mevsimler geçer ve artar yaşlar
    deli denilen velidir, taburcu edilmelidir
    bitsin artık yetişir, bu bitmeyen tıraşlar

    dostluğumuz ilerledi. benim hatırıma ''gelmeyecek mi o latif renkler'' nakaratlı bir şiir bile yazdı. ama o aslında bir istanbul ve özellikle üsküdar şairiydi.

    üsküdar iskelesi

    hayatımın sende geçti tam otuz senesi
    seni nasıl unuturum üsküdar iskelesi

    gam duvarları

    her tarafımı sarmış çepeçevre duvarlar
    beni saran duvarlar gönlüme dar geliyor
    bende bitmeyen bir istanbul hasreti var
    aklıma hep istanbul, hep üsküdar geliyor.

    bakırköy'de yıllar geçti. o da ben de defalarda yer değiştirdik. ama ne zaman karşılaşsak ayaküstü şiir sohbeti yapardık. tabiî sigara talebi de hiç bitmedi. bir sigaraya bir şiir.

    boş dünya

    gelen ve giden sarhoş
    bu dünya sarhoş dünya
    eğer bir aşk varsa
    insan için hoş dünya

    mal yalan ve mülk yalan
    hayallerle oyalan
    bu dünya fani dünya,
    yalan dünya, boş dünya.

    hastanede yeknesak yaşamı sürdü gitti bir süre daha. artık dışarıyı çok özlediğini söylüyordu her gördüğümde. taburcu olmak istiyordu. taburculuk üzerine çok şiiri vardı.

    taburcu

    üsküdar gözümde tütüyor burcu burcu
    artık beni taburcu edin taburcu
    elimde gazete yıldızıma bakıyorum
    burcum da yay burcu

    üsküdar'daki odamda hayalimin bir ucu
    aklımda tek bir kelime taburcu
    elimde gazete yıldızıma bakıyorum
    burcum da yay burcu

    istiyorum ki bütün yıldızlar desin taburcu
    ben bir acayip âlemde yolcu
    bir otobüs seferinde düşüncelerimin ucu
    türkçede en sevdiğim kelime ta...bur...cu.

    kimsesi yoktu. belki vardı da arayanı yoktu. 1993 aralık ayının ilk günleri duydum ki şair firar etmiş. hastanemizden izinsiz ayrılmış. bakırköy'e veda etmişti. yıllar önce bir şiirinde dediği gibi:

    bakırköy'e veda

    ey hatıralar bahçesi tek belde bakırköy
    ayrılmadayız bak yine son bir kere senden
    gezsem bile her ülkede, her beldede köy köy
    bahçen gibi bahçeyi asla bulamam ben

    sunmaktayım artık sana son kere vedamı
    bilmem ki zaman sadece hülya mı, rüya mı
    istanbul'a hürriyete artık gidiyorken
    binlerce selam sana ''sessiz otobüs''ten! (95 numaralı otobüs hattı)

    acaba nereye gitti? yıllardır hastanedeydi. onun tanıdığı istanbul da üsküdar da değişmişti. kimbilir başına ne gelecekti? içim burkuldu.

    gözlerimde hicran başucumda mum
    can evimde bir dost gibi karanlık
    asabım perişan ve ruhum mağmum
    yolcuyum bir meçhul diyara artık

    arkamda kesildi her ses ve nefes
    talihim cismime dedirtmede pes
    dertliyim derdimi anlamaz herkes
    sırrını söylemez her ruha ruhum

    acı haberi birkaç gün sonra duydum. Eyüp'te bir araba çarpmıştı şaire. Yunus'un dediği gibi:

    ''`bir garip ölmüş diyeler
    üç günden sonra duyalar`''

    şair son yolculuğuna çıkmıştı.

    Son yolculuk

    bir gün son saat çalar
    son yolculuk başlar
    kalpler kederle dolar
    gözlerden akar yaşlar

    anlatır bir hayatın
    gerçek felsefesini
    mezarda görünen
    üstü yazılı taşlar

    bakırköy'den bir şair geçmişti: recep güngör öztolon (şairin tam ismi). üstü yazılı bir mezar taşı bile yok. kendi el yazısıyla şiirlerini kaleme aldığı iki şiir defterinden biri bende kaldı ondan hatıra. diğeri yağmur'da (taylan) olmalı.''
    2 ...