hepimizin içinde vahşi doğaya bir özlem, bir ilgi var. her ne kadar belgesel müptelası olmasak da antilop yiyen bir aslan gördüğümüz zaman ekranlara kitleniyoruz. aslanlar güreşiyor, biz "vay anasını" diyoruz. "ula ula ula..." diyenleri de unutmamak lazım tabii.
bir de aslanı, kaplanı görüp "of of of, hayvandaki şu asalete bak" diyenleri görüyorum. yani aslan antilobu kovalıyor, fili kıçından ısırıyor, geyiği tokatlıyor asil oluyor. geyik su içiyor asil olamıyor, antilop yavrusunu besliyor, fil yavrusunu temizliyor; asil olamıyor. en asil şekilde ölüyorlar ulan! ne taraflısınız!
o aslanların, kaplanların kameraların önünde savanlara, ormanlara çatır çatır kaka yaptığını bir kere göreyim. ah bir kere göreyim, ne olursunuz? asalet mi kalır o zaman o aslanda?
ormanlar kralı aslan kameralar önünde çatır çatır kaka yaptı. hah, aferin; kral çıplak!
ormanlar kralı aslan ormanlar maymunu aslan oldu. ne farkın kaldı maymundan aslan efendi? kaplanlar, çitalar, leoparlar... sizi unuttum sanmayın. sözüm hepinize. asil geçinen sosyete uyuzları sizi.
avlananların yaşamını en ince ayrıntısını gösteriyorsunuz da av olanların yaşantısını neden göstermiyorsunuz. aslanın diş kıvrımlar hakkında her şeyi görüyoruz. hah! yönetmen efendi bir de "asil dişler" ibaresini de yapıştırdı. antilop hakkında ne öğrendik bu belgeselden? av oldu, beli kırıldı, düştü...
ansiklopediyi açıyorum yine aynı: hep yırtıcılara av olurlar.
hiç demiyorsunuz ki bengal kaplanı günde yirmi üç kilo et yiyor. "vay anasını" diyorsunuz yine. hiç merak etmiyorsunuz bu hayvan on beş kilo dışkılama ile etrafa nasıl zarar veriyor diye.
o afrika savanlarının yüz ölçümünün yarısı kedigillerin boku ile kaplı ulan!
ah kameraman efendi, bir bassan da o pisliğe, düşsen ya sonra!