kocaeli ye gelmişti, yaşadığım şehre...
her nedense, yaşadığım şehirde bir otel odasında kalıyordum.
vakitlerden akşamüstü sinikliği...
ve tüm renkler sepya...
cam kenarında yorgun argın duran yıpranmış alaturka koltuğa çöküyorum.
oldukça dağınık olan odama düşen ölgün gün ışığının geldiği açıyı baz olacak olursak, güneydoğu cephesine düşüyor pencerem ve hareketli bir sokağa bakıyor.
insanlar, mekanlar, cafeler...
bir dışarıya bakıyorum bir de dağınık odama...
yatağa gelişi güzel atılmış elbiseler, etrafta dağınık bir şekilde duran çantalar, henüz bağlanmamış kravatlar, ayakkabılar...
dışarıda akıp giden insan kalabalığı ve yaşam hayhuyu...
birden gözüm birine ilişiyor.
duraksıyorum...
olabilir mi böyle birşey?
dikkatli bakınca o olduğunu farkediyorum.
öyle sessiz ve durgun bir halde...
yolun karşı tarafındaki cafenin girişinde, bir başına oturuyor.
oturduğu masa görüş alanıma denk geldiği için rahatlıkla gözlemleyebiliyorum.
dalmış gitmiş, uzaklara...
o kalabalıkta yalnız mı yalnız...
bir an tereddüt ediyorum.
yaşadığım şehre gelmiş, hatta kaldığım otelin tam karşısındaki mekana oturmuş olsa da, içeriye geçip onu daha fazla izlememek ve farkedilmemek daha mı iyi olur diye düşünüyorum.
çünkü o artık başka bir hikayenin başrolü...
sonra bütün bunların kasıtsız olduğunu, benim hiçbir maksat ve çabamın olmadığını düşünüp izlemekte bir beis olmadığına kanaat getiriyorum.
birini bekliyor belli...
dalgın ve kederli...
onu izlediğimden haberi yok.
o an ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorum.
o anki muhakeme ve odaklanma, dalgınlığının gerekçelerini zihnimde aşikar kılmaya yetmese bile, yaşadığı burukluğa ulaşabiliyor ve onu yüreğimde hissedebiliyorum.
içime dolan hisler, o dünyanın renkleriyle ne kadar da uyumlu...
öyle suskun, bitik ve anlamsız...
bir müddet sonra küçük erkek kardeşi beliriyor yanımda...
nasıl mutlu oluyorum, nasıl samimiyiz...
muhabbet ederken, içten içe de bu hale şaşırıyorum.
anlatıyor bana...
neden burada olduklarını, ablasının kimi beklediğini, artık bu şehirde yaşayacaklarını...
o anlattıkça ben dalıyorum.
o anlattıkça afacan saçlarından okşuyorum.
gözümün önünde beliriyor yaşayacakları ev...
durgun hayatları...
babaannesi...
dalıp gidiyorum öylece; bu hikayenin neresinde olduğumu anlamaya çalışarak...