neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    143.
  1. Bakalım bugünkü gazetelerin sürmanşetleri, Fenerbahçe-Sevilla futbol karşılaşmasının sonucunu; bitmeyen bir başarı açlığı ile kendi kendine övünüp durma tsunamisine uğramış Türkiye'de, genel bir şenlik yaratacak, bir galibiyet haberi olarak verebilecek mi?
    Dileriz öyle olur.
    Tersi olursa da, patlayıveren bir balonun küçülüveren ince, lastik, delinmiş parçası gibi görmezlikten gelme bidonunun içine fırlatılıverir.
    * * *
    TV ekranlarında toplu, tanklı, helikopterli, üniformalı görüntülerle; kürsü nutukçularının polemikleri ve sokaklarda yaygınlaşan itiş kakışlar süre dursun...
    Bendeniz, daha martın ilk günlerinde güneşli bir havayla gerdeğe giren Boğaz'da, bir kez daha yaşamaya çalışırım gönlümün istanbul'unu.
    * * *
    Gümüşsuyu'na inmeye başlamadan Parkotel'in, o koskocaman beton yıkıntı kalıntısı; özetliyormuş gibi görünür gözüme, son 80 yılda daha ilkokuldan başlayan hamasetçi eğitimin, nasıl bir hasat verdiğini.
    * * *
    Gönlümdeki istanbul ise, o kadar ayrı bir albümün içindedir ki...
    Dolmabahçe'den Beşiktaş'a, Beşiktaş'tan Ortaköy'e, Ortaköy'den de Kuruçeşme'ye doğru uzanıvermek...
    Kuruçeşme rıhtımına bağlı Savarona'nın dibinde olta balıkçıları, oltalarını çırpınıp duran sürü sepet istavritle birlikte havaya doğru kaldırırken; çevrelerinde pusuya yatmış değişik renklerdeki kediler de, istavritlerden bir tanesini kapıverme umudu içindedirler.
    * * *
    Aa o da nesi?
    Genç bir kızla bir delikanlı, sarmaş dolaş ağır ağır geldiler ve Savarona'nın dibinde dudak dudağa öpüşmeye başladılar.
    Eminim ki, hemen hemen tüm Türkiye gibi, o gençler de; ne Savarona'nın ne anlama geldiğini biliyorlar, ne denize indirildikten sonra yaşadığı serüvenleri, ne de Türkiye'ye nasıl geldiğini ve Ankara-Washington-Berlin-Londra arasında nasıl bir diplomasi trafiğine neden olduğunu.
    * * *
    Kime nasıl anlatabilirsin ki; hâlâ daha köy bile olamamış 40 bin mezrası bulunan bir diyarda, hamasetçilik hipnozlarıyla beyinleri dondurur ve kendi gerçek tarihiyle yüz yüze gelmesini kökünden hadım edersen; 450 YTL'lik 3 aylıklarını almak için banka kapısına yığılan engellilerle yaşlılar, sıra kavgasına tutuşur ve engelliler bile birbirini bıçaklamaya başlar.
    * * *
    Hızla çalkantılı bir döneme doğru kayılmakta olduğunun temelinde; ilk kadın berberinin Türkiye'de kaç yılında ve nerede açılmış olduğunu, gelişmiş ülkelerdekilerle kıyaslamamak yattığına; nasıl inandırabilirsiniz ki Hazine'den geçinmeli mevki sahiplerini?
    Kadını sürekli bir küfür aracı olarak kullanıp,erkek millet olmakla övünmek; kimliği üreme zembereğine göre biçimlenmiş Kozmos diyalektiğiyle çatışma anlamına gelir ki, Kozmos affetmez böyle bir yamukluğu.
    * * *
    Molière Kibarlık Budalası piyesini 1670 yılında yazdı.
    Parisli bir zengin olan Mösyö Jurden, dört dörtlük muhteşem bir düzeyin bir temsilcisi olmaya çalışıyordu. Eskrim, müzik, dans ve felsefe dersleri alıyordu.
    Yeterince gelişmiş ve yontulmuş görmediği için de; kızını, kendisiyle evlenmek isteyen genç bir Parisliye vermiyordu.
    * * *
    Mösyö Jurden'i kafeslemek için; uşağının taktikleriyle bir Türk sultanı, yahut şehzadesi benzeri bir kılığa giren Parisli delikanlı, dileğine kavuşuyor ve Mösyö Jurden'in kızıyla evleniyordu.
    * * *
    Mösye Jurden'in, Türk sultanı benzeri bir kılığa girmiş olan Parisli gençle karşılaşması; ayrıca -çok değişik bir biyografisi olan- Lully'nin müziğiyle de renklendirilmişti.
    Lully, o sahne için Türk usulü tören marşı'nı beslemişti.
    * * *
    Aynı tarihlerde Osmanlı tahtında, sünnetsiz tahta çıkan IV. Avcı Mehmet oturuyordu.
    Acaba yine aynı tarihlerde nerelerde kadın berberleri vardı ve nerelerde yoktu?
    * * *
    Savarona'nın dibinde dudak dudağa öpüşen gençler de, hiçbir zaman merak etmeyecekler bu tür konuları.
    Oysa 2400 yıl önce yaşamış olan Sokrat, Delfi tapınağının kapısı üstünde yazan bir sözü, sık sık tekrarlar dururdu:
    - Gnôthi seauton, kendi kendini tanı!
    * * *
    Kendi kendini hamasetçilikten ibaret bir tanımaya raptetmenin, yeterli olmadığı anlaşılıyor ama; artık çok gecikilmiş gibi...
    * * *
    Unutulmaz eserler vermiş olan, tiyatro yazarlarından Cahit Atay, bir mektup göndermiş bendenize.
    Türkiye'de oyun yazarı olmadığını söyleyen bazı kişilere kızdığını ve onlara yanıt olarak da, şöyle bir ilan gönderdiğini yazıyor:
    OYUN YAZARI CAHiT ATAY
    memlekette oyun yazarı yok diyenlere karşın 3 yeni oyununu temsil edecek tiyatrolar aramaktadır.
    * * *
    Martın daha henüz başındayken güneşli Boğaz da çok güzeldi, gönlümdeki istanbul da...
    Kutuplaşıp duranların Türkiye'si ise, bilemiyorum ne kadar güzeldi?

    çetin altan
    0 ...