Bizim bir Mualla abla vardı, Tarabya sırtlarında oturan. Ağladı mı rimel rimel akardı gözyaşları, hıçkırdı mı aheste aheste çıkardı sesi, bağırdı mı o bile okşardı ruhu. Yani öyle güzel, yani öyle hüzzam, yani öyle hüzünlü, öyle kadın, öyle işte...
Duyduk ki onca güzelliğinin peşinden koşturan, onca içi pare pare eden aşk ve kimi zamanda tensel ateş ile yakan Mualla ablamız bir taksi şoförüne vermiş, bedavadan üstelik, kimini göre hissizce hem de; ama yok, bence değil bu bana göre. Güya gözü dönmüş, içi yanmış, bir hararetle atmış kendini sokağa, önüne çıkan civan mert delikanlı Rıza'ya teslim etmiş nadide çiçek kokulu vücudunu. Olmaz azizim, o hislerle bezeli kadıncağız yapmaz bunu, ama gel anlat bunu bizim mahalleliye!..
Sonrası mı? Sonrası ne olsun be anam babam; hamile kalmış tazecik Mualla ablamız. Civan mert Rıza;
- " Yok öyle şey, benden değil o velet " demiş, inkar etmiş günah kokan şehvet geceyi. Mualla ablamız üzgün, bedbaht ve bahtsız vurmuş kendini yollara.
Ne mi olmuş? Ne olsun be bacım; duyduk ki bir pavyona düşmüş, güzel sesi ile mest etmiş sahoş erkek milletini. Meze olmuş gençliğinin en güzel yaşları şuursuz alkolcülere. Üzerinden kaç kamyon şoförü, taksici, inşaat işçisi geçmiş.
Yetmemiş hayatın ona oynadığı oyun. O ince hisli kadın dayanamamış başına gelenlere, çok içerlemiş, çok içerlenmiş. Delirmiş Mualla abla. Kovulduğu pavyon onu sokaklarda yaşamaya mecbur etmiş. Sokaklar tekin mi sandın sen? O da düşene bir tekme vurmuş, hırpalamış artık güzellikten eseri kalmayan garibana. Tinerciler, sokak çocukları, sarhoşlar tarumar etmiş vücudunu ama en çok da ruhunu! Aklı gitmiş mualla ablanın, bir daha geri gelmemecesine. Ne tımarhane kabul etmiş onu, ne de kimsesizliği...
Nah, burada mezar taşı olmayan toprağın altında yatıyor garip. Hayat bu, acımadan eziyor işte.