6-7 yaşındaydım sanırım. bizimkiler ayrı. cumartesi-pazar anne evine postalanıyorum. bi gittim bizim ki çeyizlik pembe sabahlığı giymiş kapıda sümük çekiyor. çok yaklaşma bana dedi ve her tarafı mikroplu sıcak yuvasına aldı beni. babamın insanllığı tutmuş olacak ki o gün gel götüreyim diyor ama yok. beni çamaşır sepetine kirli tıkar gibi kapıdan içeri tıkıp hadi pazartesi alırsın çocuğu dedikten sonra kapadı kapıyı.
-aç mısın yavrum?
-aç olsam ne yiyeceğim? mikrop çorbası mı?
-hadi sen git salona bende bi şeyler yapayım sana?
-yok babam gelirken yedirdi bi şeyler.
-gel yatalım o zaman biraz. okul nasıldı?
-...
gittik zaten bu 15 dk sonra uyuyakaldı. bende çocuğum sıkıldım. annemin evinde de az kaldığım için meşgul olabileceğim kişisel eşyalarım pek olmazdı. kettle almış falan (hatta hala aynı kettle'ı kullanıyor.) değişik pratik işler dönüyor mutfakta. o zamanlar kettle büyük icattı.
yılan hikayesi dizisinde bi gün zeyno çay demliyeyim diyor memoli yok yok otur deyip sallama çay getiriyordu. zeyno balık mı tutacağız bu nasıl çay böyle kılığında bi şey diyordu. neyse işte bende o diziden öğrenmişim balık tutturcam anneme.
babam okulun kantininde beni her cuma beklettiği için kantinci apo abiden kettle nasıl çalıştırılır gözlemlerim sayesinde öğrenmişim. bastık tuşa. attık bardağa oltayı. 4-5 dakikada ısınacak belki ama çocuksun sıkılırsın o su ısınana kadar. babaannem ne zaman hasta olsam tuzlu çubuk kıraker verirdi mantığıyla bi tabağa çiçek yaprağı şeklinde dizdim onları. annem domatesi çok sever diye bi tanesini ortadan ikiye parmağımla bölüp (ki evde bıçak kullanmam katiyen yasaktı.) çubuk kırakerlerin ortasına koydum. oluşturduğum "kasımpatı" ( ne dolandım nette şu benzettiğim çiçeğin ismini bulmak için...) ve salladığım oltam muhteşem görünüyordu. şimdi ailenin, o evin direği olmam lazımdı. dolapta yarım limon olması için çılgınlar gibi dualar ediyordum. dolabın kapağını açtım ama yumurtaların olduğu kısımı tam göremiyor gibiydim. zıplayıp saniyelik görüşümle limonu tuttum ve artık zafer benimdi. çatalı tam ortasına batırıp bir aile babasının salataya sıktığı edayla annemin çayına sıktım limonu. tepsiyle rintintin götürdüm odasına.pek bi sevindi, gözleri dolmuş olabilir.
iyileşeceği varmış, ertesi gün ayaklanıp beni derslerim ve çamura batmış okul üniformam yüzünden azarlarken çalan telefonu açıp çocuğum iyileştirdi beni teyzesiii diye uzaktaki akrabalara rol kesti.
annemin hasta olması sayesinde ilk kez mutfağa girdim. hala mutfağı çok severim. yemek yapıp, yemeğe aşık bi insanımdır. belki o gün sayesinde; yaşasın mikroplar! o zamanda hiç üzülmemiştim çünkü beni azarlayacağını biliyordum anne, özür dilerim.