kolayca fark edileceği üzre 'arif' ile 'marifet' arasında etimolojik bağ vardır. arif, marifet sahibi demektir; peki marifet ne demektir? öncelikle buna bağlı diğer sözcüklere bakalım; "irfan, arafa, araf ve örf..."
araf yüksek yer, irfan ise örf sahibi; örf ise etimolojik bakımdan 'misal ile edinilen bilgi' demektir.
yani arif irfanı misallerden alır, misal ile öğrenir... peki nedir bu misaller?
misal de 'benzetme' demek... Yani bir şeyin hakikatini tam yansıtmamakla birlikte ondan emareler taşıyan, onu simgeleyen şey, durum, eylem, tabir, anlatı...
hakikat'ten bir önceki merhalenin marifet olduğunu düşündüğümüzde, bu kapının hakikate hazırlık olduğunu anlıyoruz.
ibn-i arabi de bektaşi'den önce zaten lübbül-lüb(özün özü) kitabında arifliği marifet kapısına varmış olmakla nitelendirir. şimdi makalat'ta bahsedilen marifet makamlarına bakalım;
1. edepli olmak
2. bencillik, kin ve garezden uzak olmak
3. perhizkârlik
4. sabır ve kanaat
5. haya
6. cömertlik
7. ilim
8. hosgörü
9. özünü bilmek
10. ariflik.
şimdi akla gelen şey, erdemli bir insanın hemen hemen sahip olması gereken bu niteliklere kavuşmak için dergaha, tarikata girmek şart mıdır? tabi şu an için böylesi gerçek tarikatlar bulmak çok çok zor. kaldı ki, geçmişte de hakikat dergahlarının sayısı çok azdır, çoğu şarlatandır. peki o halde bu makamlara kavuşmak için nasıl bir yol ve yordam izlemeli?
ve bunlara dergah ile ulaşmak ile dergahsız ulaşmak arasındaki fark nedir? tam manasıyla ulaşmanın bir an için mümkün olduğunu kabul edelim...
fark şu ki, kişi önce dergaha gelerek bir mürşide bağlanır. tarikata giren herkes hakikate varacak değil. hatta çok çok küçük bir kesim o yüksek mertebeye erişir. bir çoğu tarikatı bile geçemez, yüce sırları öğrenecek erkana sahip olmadığı için bir ömür boyu 'zahit' olarak kalır. mevlana'nın müritlerrinden şems'e edepsizlikler eden, hikmetini kabul etmeyen ve sonunda katleden güruh budur.
kuran'da "ona ulaştıracak vesileler arayınız" demekte... işte sufizm'e göre o vesile hakikate eren şah'tır. onu bulup koşulsuzca bağlanmak, yüz sürüp tevbe etmek ve de hakk dostlarıyla beraber olmak gerekir -ki bunun için dergaha girmek şarttır. 'hakk dostlarıyla beraber olma' ibn-i arabi'nin en baştaki öğütlerinden biridir.
marifete erme makamlarından en zoru perhizkârlık'tır. perhizkar olma, vücudu tüm bedensel arzulardan uzak tutma, nefsi terbiye etmek demektir. bunun da usülleri vardır elbet... bu usüller en başta oruç ve zikr çalışmalarıdır.
dergaha gelerek mürşidinin yardımıyla hakikate varmaya çalışan arif, bir takım dünyevi arzu ve hislerden uzaklaştıkça, yani nefsini öldürdükçe ruhani anlamda başka bir boyuta geçmektedir. arif hakikate erme arzusuyla dolu olduğundan,
mürşidi onu telepatik olarak da izler, kendisine manyetik sinyaller gönderir.
bu noktada astral seyahat, durugörü, teleknezi, telepati gibi bir takım parapsişik yetiler ortaya çıkmaya başlar. yani müridin gözleri başka bir perdeye açılır, daha doğrusu kuran'da bahsedilen o perdeler iner ve öz ortaya çıkar. arif, kainatı var eden evrensel idare mekanizması ile ruhsal irtibata geçmeye yavaş yavaş hazır olmaktadır...
işte bu makamlara dergah içinde hakk dostlarıyla kavuşmak ile kendi başına ulaşmaya çalışmak arasındaki fark budur. kaldı ki, vicdanen ulaşmak kolay olsa da gerçekte kolay değildir. mesela 'özünü bilmek' ve de hakikate ulaştıracak ilmleri öğrenmek tek başına o kadar da kolay şeyler değildir. hatta mümkün değildir diyebiliriz.
şimdi din yoktur meselesine gelelim. yukarıda arif irfanla bezenir, irfan örf'tür, örf ise benzetmedir dedik. işte en büyük benzetme din'dir.
mecazdan ve sembollerden ibarettir.
hakikate erince, onların bir manası kalmaz artık...
bu din islamiyet olmak zorunda değil.
bütün dinler ve hatta mitolojiler de birer benzeti'dir.
dolayısıyla evet, arif için din yoktur...
***
çok bilinen bir bektaşi deyişi;
zahit bizi tan eyleme
hak ismin okur dilimiz, sakın efsane söyleme
hazrete varır yolumuz.
sayılmayız parmak ile,
tükenmeyiz kırmak ile.
taşramızdan sormak ile,
kimse bilmez ahvalimiz.
erenlerin çoktur yolu,
cümlesine dedik beli.
gören bizi sanır deli,
usludan yeğdir delimiz.
muhy-i sana ola himmet,
aşık ise cana minnet.
cümle alemlere rahmet,
saçar şu yoksul elimiz.