kimse tarif edemez sanırım bu acıyı. hadi sunay akın'dan dinleyelim bakalım.
Ferhan şensoy bir hostesle ilk kez, yatılı okul sınavına gitmek için bindiği uçakta karşılaşır. Samsun'dan istanbul'a uçarken yanında Haluk adlı arkadaşı da vardır. Paris'te düşen Ankara uçağından ölen sevgilisinin hüznüyle yüreğinde büyük çukur açılacak olan sanatçı, şöyle anımsar o çocukluk günlerini: "Uçağa binip yerimize oturunca, daha da koyuyor bize ayrılık, annelerimizin ceplerimize koyduğu kar beyaz mendillere siliyoruz burunlarımızı. Kemerlerimizi bağlamayı beceremiyoruz, hostes abla bağlıyor."
Büyüdüğünde bir "hostes abla"ya bağlanacağından habersiz olan sanatçının Gündeste adlı kitabı hayatının kara kutusudur. Tiyatro sanatındaki ustalığının yanında, kalemiyle de okuru yüksek irtifalara çıkaran Ferhan Şensoy'un Gündeste'sinde "Civciv" lakaplı hostes sevgiliyle yaşadığı aşk, sayfalarda dağınık şekilde anlatılır. Tıpkı, Civciv'in de öldüğü Ankara uçağının enkazının bir kilometre uzunluğunda bir alana yayılması ve bulunan en büyük parçasının bir metre olması gibi.
Ferhan Şensoy, Civciv'e son seslenişini, hayatının dönüm noktası olan günlerden birinde yapar:
nam-ı civciv gönül bayraktaroğlu'na son mektup
duvardaki resmin duvar durdukça duracak orda
bugün yirmibeş ekim dokuzyüzyetmişbir
bir yıl boyu umutla bekledim seni
olmazları oldurmak senin içindi
sen istanbul'a gelmedin istanbul'a gittin
dudaklarım bir yıllık yalnızlıktır kızma
bu akşam sahneye çıkıyorum babamdan gizli
gogol'dan gizli müfettiş oyunuyla
Gündeste'nin arka kapağında ik odanın fotoğrafı bulunmaktadır. Bu fotoğraflardan birinde, duvara asılı, gülen bir genç kız fotoğrafı göze çarpar. Civciv midir, aynanın yanındaki fotoğrafta gülümseyen? Bir aşk kazasının bulunmayan tarihe gömülmüş bir parçası mıdır, çerçeve içindeki yüz? Ne diyor hayatı roman değil, şiir olan Şensoy usta: "duvardaki resmin duvar durdukça duracak orda…" Bu soruların yanıtını merak etmek pisti pas geçmemize neden olmamalı. Bir havaalanın gece giydiği ışıklı kostüm gibi neşeli ve bir o kadar da hüzünlü imgeler yakalayan Ferhan Şensoy, şu dizilerle veda eder Civciv'e:
Civcin'ime kıyarlar
Nikah adı altında
izmir'imnortasında
şairlerle değil de mühendislerle
evlenmenin diyalektik gerekliliği üstüne
McDonnel Douglas tarafından üretilen DC-10 tipi Ankara uçağında iki büyük tasarım hatası yan yanadır. Uçakların kargo kapıları içeriye doğru açılırken, DC-10'da durum ters yönedir. 1970'li yılların teknolojisinde, bir uçağın kargo kapısının dışarı açılması büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Çünkü, kabin basıncının dışarıdan daha yüksek olduğu uçakta, içe doğru açılan bir kapı yerinde güvenle durabilirken, DC-10'un dışarı açılan kapıları, şampanya şişesinin ağzındaki mantardan farksızdır! Daha da kötüsü, DC-10'ların kuruktaki kontrol flaplarına giden hidrolik devreler, kargo kapısının eşiğinden geçmektedir. Bu durum, kargo kapısında doğacak bir sorunun , uçağı , ölümün eşiğine getireceği anlamını taşımaktadır.
981 sefer sayılı Ankara, Paris'ten Londra'ya kargo kapağı güvenli bir şekilde kapatılmamış olarak havalanır …Uçağın bulunan kara kutusunda kaptan ikinci pilot ve uçuş mühendisinin son konuşmaları duyurulur:
ikinci pilot – Ne oldu?
Kaptan – Kabinde patlama oldu.
O yılların simgesi olan bir bisküvi reklamı, yıllar geçmiş olsa da herkesin aklındaır: "Bir bilmecem var çocuklar / Haydi sor sor / Çayda kahvaltıda yenir / Acaba nedir nedir/Bisküvi denince akla/ Tamam şimdi bulduk / her an onun adı gelir…"
Kara kutudaki konuşmalara dönelim:
ikinci pilot – Emin misin?
Kaptan – Çek , çek! Uçağın burnunu kaldır.
ikinci pilot – Kaldıramıyorum, kumandalar itaat etmiyor.
Kaptan Nejat Berköz, bunun üzerine reklam filmindeki melodisine uyarak şunları söyler: "Acaba nedir, nedir?.."
Uçuş mühendisi – Yapacak bir şey kalmadı.
ikinci pilot – Yedi bin feet.
Kaptan – Hidrolik sistemi?
ikinci pilot – Kaybettik ayy, ayy!
Kaptan – Galiba çakılıyoruz..