neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    140.
  1. Filin en büyük düşmanının karınca olması; karganın, bülbül familyasından olması; dişisiyle erkeğinin birleşmesini, çevrelerinde dikey yüze yüze bir çember döndürerek çok romantik bir biçimde kutlayanların da timsahlar olması gibi; Doğa'nın yansıttığı ağdalı kara mizaha, her gün yeni bir örnek daha ekleyen yönetimler de; bir türlü "gelişmiş" olamayan Şark toplumlarının yönetimleri.
    * * *
    Böylesi bir kara mizahı satırlara dökmek, kimlerin kaşlarını çattırır; bilenler bilir.
    * * *
    Bir kara mizah ki, vatanına cümle âlemden daha çok âşık olduklarını iddia edenler, herkesin de vatana âşık olmasını isterken; âşık oldukları kadınlara, başkalarının da âşık olmasını asla istemezler.
    * * *
    Bunun da nedeni birinci tür aşkın getirisinin büyüklüğü. Şayet ikinci tür aşkın da getirisi büyük olsa, belki istenebilirdi aynı kadına herkesin âşık olması da...
    * * *
    Mehmet Barlas, yeni başladığı haber yorum ve sunuculuğunun 3'üncü gününde; beklenmedik bir sürprizle Edirne'deki eski "Tunca Kışlası"na bağlanıverdi.
    "Tunca Kışlası", Afganistan'dan, Pakistan'dan, Irak'tan, Suriye'den, Kuzey Afrika'dan, AB'ye gitmeye çalışan "kaçak göçmenler"le doluydu; aralarında ufacık çocuklar, hatta yeni doğmuş bebekler bile vardı.
    Sınırda yakalanmış ve ülkelerine iade edilmek üzere, eski "Tunca Kışlası"na doldurulmuşlardı.
    * * *
    "Tunca Kışlası"nda, kaçak göçmenlerle röportaj yapan da; ses tellerindeki bir "nodül" nedeniyle birkaç gün sonra hastaneye yatacak olan Savaş Ay'dı.
    Hastaneye yatmadan önce, çarpıcı bir röportajının daha yayımlanmasını istiyordu ve Barlas da onu kırmamıştı.
    Buna da, kendi uğraş alanında "yaptığı işe somut olarak layık olma aşkı" deniyor.
    * * *
    "Bizim şeyhin kerameti olur menkul kendinden" övünmelerine gerek duymayacak bir düzeydedir, meslek aşkları.
    * * *
    işin tuhafı; ne ingiltere'den, ne isveç'ten, ne Danimarka'dan, ne Fransa'dan, ne Almanya'dan, ne Yunanistan'dan; Irak'a, Pakistan'a, Afganistan'a doğru gitmeye çalışan hiç "kaçak göçmen" yoktu.
    Sürekli Şark ülkelerinden kaçmaya çalışıyorlardı Batı ülkelerine; acaba neden?
    * * *
    Kaldı ki Batı ülkeleri 2 Dünya Savaşı'ndan geçmiş; 60 milyon insan ölmüş; Avrupa'da yakılıp yıkılmadık pek bir yer kalmamıştı.
    Oralarda nasıl oluyordu da bireylerin "yaşam kalitesi"; Türkiye'nin bile 97 basamak üstünde oluyordu?
    * * *
    Bizde TV'lerdeki açık oturumlarda, hiç değinilmeyen konulardan biri de buydu.
    Hazine'den geçinmeli kesimin sözcüleri:
    - Söz konusu "vatan" olunca gerisi teferruattır, diyorlardı.
    Yani, vatanda yaşayan milyonların "yaşam kalitesi" bir teferruattı.
    * * *
    Mangır açısından "geçim düzeyi"ni gösteren sayılar da, kanıtlıyordu teferruat olduğunu.
    4 kişilik bir aile için ayda 715 YTL açlık sınırıydı.
    Ayda 715 YTL girdisi olmayan 4 kişilik bir aile, aç yatıp aç kalkmak zorundaydı.
    * * *
    4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı ise ayda 2.329 YTL idi. Daha altındaki bir girdiyle, yoksullar kafilesine katılıyordun.
    * * *
    En çok hangi yörelerde doğanların, sonradan "kahraman Mehmetçik" olduğunu renkli olarak gösteren bir harita da yoktu.
    Açlık sınırlarının altındaki ailelerle, yoksulluk sınırlarının altındaki ailelerden de "kahraman Mehmetçik"ler çıkıyor muydu; çıkıyorsa yüzde kaç oranında çıkıyordu; insan merak ediyor doğrusu.
    * * *
    Ama madem ki, Hazine'den geçinmeli kesimin sözcüleri:
    - Bunlar teferruattır, diyorlardı, öyleyse teferruattı.
    "Mevki sahibi" olabilmek için, "vatan"a ve "devlet"e gerek vardı; onlar söz konusu olduğunda, gerisi elbet de teferruattı.
    * * *
    100 yıl önceki 2'nci Meşrutiyet Meclisi'nin tutanaklarıyla, o günkü gazete haberleri de tekrar gündeme getirilebilse...
    Ve bugünkülerle bir kıyaslansa...
    Çok değişik bir "kara mizah" örneğiyle daha, karşılaşır mıyız, karşılaş mıyız?
    Kim bilir?..
    * * *
    1950'li yıllarda, o günkü siyasal durumu özetleyen bir olay anlatmıştı Melih Cevdet.
    Türkiye'den ABD'ye gitmek isteyen bir kaçak yolcu binmişti, New York'a giden bir şilebe ve yakalanıp geminin sintinesine hapsedilmişti.
    * * *
    Şilep, yük almak için New York limanına yanaşmış, vinçler çalışmaya başlamıştı.
    Sintinedeki kaçak yolcu ise, ABD'ye geldiği halde, dışarı çıkamıyor, sadece rıhtımdaki bitmeyen sert gürültüleri duyuyordu.
    * * *
    Türkiye'ye döndükten sonra serbest kalan kaçak yolcuya, ABD'ye gittiğini bilen arkadaşları soruyorlardı:
    - Amerika'yı anlatsana, nasıl bir yer orası?
    Kaçak yolcu da, omzunu silkiyor:
    - Bir gürültü, bir gürültü; hepsi bundan ibaret, diyordu.
    * * *
    100 yıl sonra belki bu kadar dahi bir özet yapılmayacak bugünkü "övünüp durmalar"la, tatavalar hakkında...

    çetin altan
    0 ...