yürüyen kaldırımlarmıydı yoksa bacaklarım mı farkına varmazdım peşi sıra giderken. okuldan çıkar ve yanına en sevdiği arkadaşını
alıp neşeli neşeli ilerlerdi yüzlerce yıllık cami, köprü ve anıların doldurduğu parka. bilirdi arkasından peşi sıra gidecektim
adımlarınının değdiği yerlere dokunmaktan imtina ederek.
siz hiç aşk yemini ettiniz mi? tüm varlığım, hayatım senindir ey sevgili bana ne dersen de ne yaparsan yap dediniz
mi daha önce? sanki ezelden yemin ettiğimi bilirdi de öyle adımlarını atardı havva'nın kızı.
öylesine seviyordum ki onu hayal bile kuramazdım onu görünce; o varsa aklımda, gözlerimde mutlaktı sanki gezindiği yerlerde.
sonra bir gün yine o parkta ilk defa yanıma geldi arkadaşıyla, bilmem kaçıncı takibimde. öyle ki o gün ona ömrüm boyunca ettiğim
on kelimeden üçünü edebilmiştim.
karşımda o vardı ve o an ve o kadar güzeldi ki yarabbi, utandım cüretimden. ne hakla peşindeydim ki bunca zamandır,
allah'ım bu ne utanç, bu ne kendini bilmezlikti. ben kimdim ki onun yanında ?
arkadaşı ellerini sevdiğim kızın kalbine götürmüştü bir anda ve kalp atışlarının taklidini yapıyordu.
bir, iki, üç, dört...
yüzüne baktığımda başı hafif öne doğru eğilmişti ve ilk defa bu kadar yakından gözlerime bakmıştı.
allah'ım bu gözler, bu dudaklar ilahı bir sır mı vardı ki ardında bu kadar yakıyordu beni.
o an ya ölecektim, ya kaçacaktım yanından.
arkadaşı bana sorar gözlerle bakarak anladın mı demişti. bir an bakabilmiştim onun gözlerine ve dudaklarına.
gözleri sever gibi bakıyor, dudakları onu yalanlarmış gibi küçümsüyordu sanki.
-ben mi? aaanlamadım.
bilir misin sözlük ben bazen kekelerim.
tamam sözlük, biri bana soru sorarsa eğer ben hep kekelerim.
gökyüzüne bakıyorum şimdi, mısır satan anne kıza, dondurmacıya. evet herşey eskisi gibi dizilmişti etrafıma.
sahi nerdeydi?
adımlarım bu sefer kaldırımlaraydı. son üç derse girmeyip eve gidecektim, aşık erkek kimdir öğreten o insan için
biraz daha bekleyecektim.