hayatta insanın en yakını kimdir denilse, önce kandan dolayı anne-baba, var ise kardeş, sonrasında da eşi dediği kişidir öyle değil mi? ailenle olan bağın seçimsiz olduğu içindir, hep belli sevgi ve saygı içinde. eş durumu dersen o tam bir muammadır, anlaşıp anlaşamamanın yanında, yeryüzünde yarım asrı deviren aşklar da vardır muhakkak ama kaçımız o şansa sahibiz şüpheli. yani onla da paylaşımımız belli noktaya kadardır. sonra ne mi olur, tek başımıza kalırız, anlaşılmazlık ve çaresizlikler içinde.
evet arkadaş da vardır, fakat arkadaş dediklerin genelde önünde hep bir sıfatla anılırlar; lise arkadaşı, üniversite arkadaşı, iş arkadaşı ve daha bir çok tanımlı arkadaşlar. tüm bunlar da geride kalır ve birden bir tanım oluşur nasıl şekillendiği bilinmeden. kendiliğinden çıkar ortaya, birbirinizden habersiz sen ona yakın olmak istersin o da sana. mantığı ortadan kaldırır, yanlış da olsan doğrudur o sana. beraber gülmek, içmek istersin. hayatı onla paylaşmak, sırtını yaslamak istersin ve bir bakmışsın yoluna yoldaş olmuş o kişi. hatta aranızda duygusal bağ öyle gelişir ki, onu kıskanırsın diğer arkadaşlarından, vakit geçiremediğin için bazı zamanlarda, konuşmadan anlaşırsınız bir odada baş başa sustuğunuzda, o sessizliğin de birbirinize anlattığı bir şey vardır.
kan bağı, gönül bağı gibi bir sebep koymadan, sırf her şeyiyle o olduğu için onla olmak, hayatta kişiyi şanslı kılan en önemli düsturdur. nefes alamadığın zamanlarda, işini ,seni aldatan eşini, annenin yasını tuttuğunda, her şeyi ama her şeyi bırakıp yanına gidilebilme ihtimali bile, yüreğini serinletir insanın. kim bu der iseniz bu, dört harf, tek hece, tek elime , dost'tur o. iyi ki vardır. hep yan'ındadır.
son olarak da bir üstaddan alıntı yaparak bitirelim. m. twain : 'bir dostun asıl görevi sen haksız olduğun zaman yanında yer almaktır. haklı olduğun zaman herkes senin yanında yer alır.'