neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    137.
  1. Şöyle güneşli bir cumartesi sabahında; huzurlu, rahat, tüm sorunlardan arınmış olarak, demli sıcak bir çay bardağını dudaklara götürürken:
    - Oh ne kadar güzel hayat, diyebilmenin bir reçetesi hiç mi bulunamaz acaba?
    ***
    30 yıldan bu yana, Dalyan'da tek başına yaşayan yatçılık tarihinin tek kadın kaptanı 87 yaşındaki June, kendi reçetesini şöyle anlatıyor:
    - Her sabah dilimlenmiş bir muzla bir elmayı, bir kâsede balla karıştırarak yersen; bir iyimserlik kaplar içini.
    ***
    Pragmatik bir bencilliği, yüreğine yastık yaptığında; ne başkentte eksi 5 derecede gösteri yürüyüşü yapan işçilerin, üstlerine panzerlerden sıkılan basınçlı sularla yerlere yıkılmaları takılır aklına; ne Tuzla'nın cellatlaşmış tersanelerinde ölüp ölüp giden işçiler; ne kefenli - idamlı türban tartışmaları; ne sınır ötesi bir kara harekâtının başlayıp başlamadığı; ne de reel ekonominin çene atıp atmadığı...
    ***
    Pragmatik bir bencilliğin manda ciğerleriyle:
    - Amaaan bana ne be, demenin rahatlığı; yahut tüm rezillikleri, ayağının kıyısıyla itercesine:
    - Canınız cehenneme, demenin bir öfke tükürmesi; yahut bilge bir saptamanın hafifçe esnemesi:
    - Tezekten terazinin boktan olur dirhemi.
    ***
    Bendeniz ömrüm boyunca, ne zaman kokuşmuş yumurtadan cılbıra benzer bir kepazelik gelse gündeme, hep aynı gerekçeyi duydum:
    - Eğitim sorunu efendim.
    ***
    Birkaç güne kadar ayrılacağımız Köyceğiz'e bakıyorum.
    Köyceğiz; Türkiye'nin geçmişinin de, halinin de, geleceğinin de minik bir laboratuvarı ama kim farkında ki bunun?
    ***
    Köyceğiz'e gelip yerleşmiş olan; ne ingiliz, ne Alman, ne Hollandalı, ne Japon, ne Güney Koreli ailelerle bir ahbaplık kuran var buralarda.
    Nedenlerine şöyle uzaktan baktığımızda; vazgeçtik yabancı bir dil bilmeyi, kendi anadilini dahi "okuyup yazma boyutlarıyla" doğru dürüst değerlendirememiş olmanın bronşitleri çıkıyor karşımıza ve "Bir Tür cihana bedel" avuntusuna takılı, garip bir şovenizm petekleniyor.
    ***
    Şayet Köyceğiz ve çevresindeki ilkokullarda, 2 ingiliz öğretmenle birlikte ingilizceye de büyük ağırlık verilseydi; okulları ve hatta üniversiteleri bitirdikten sonra ne yapacaklarını bilemeyen gençler; 21. yüzyıl küreselleşmesiyle çok rahat bütünleşebilirler ve "burjuva enternasyonalizmi"ne karşı, "elin gavuru" öfkesiyle "yabancı bir madde" durumuna düşmezlerdi.
    ***
    Köyceğiz'de komşumuz bir ingiliz ailesinin, açık mı açık sarı saçları şakaklarının kıyılarından taşan, 9 yaşında küçücük bir oğlu var, adı Jay.
    Geçen yıl bizim evin önünden ağlaya ağlaya yürüdüğünü görmüştük.
    Solmaz hemen koşup yanına gitmiş:
    - Ne oldu, ne var, diye sormuştu.
    Jay, Solmaz'a sarılmış:
    - Beni hep dövüyorlar, diye dert yanmıştı.
    ***
    Bir ömür boyu, "bal tutan parmağını yalar" ilkesine uygun olarak kirlenmiş olan bir gömleğin; ne zaman bir ucu dışarı çıksa, gerekçe olarak duyduğum:
    - Eğitim sorunu efendim, kaytarmacası; temelde "onlar-biz" ayrımına dayalı buzlanmış beyinlerle, "mevki sahipleri"ne itaatkâr militanlar yetiştirme sorunuydu.
    ***
    Genellikle de, taşra ilkokullarındaki öğretmenlerin böyle bir kalıptan geçirilmesine özen gösterilmişti.
    O nedenledir ki, küreselleşme sürecinin ilk dalgalarının uzandığı Köyceğiz'de; sevgili Köyceğizliler, kendi küçük dünyalarının dışına doğru begonvilleşemiyorlardı.
    Ve küçücük Jay'ın yüzünde, biraz fazlaca patlıyordu öğretmen tokatları.
    ***
    Bendeniz, Fransız öğretmenlerin de ders verdiği yatılı ilkokuldayken; hiçbir öğrencinin tokatlandığını görmedim. Sadece bazı yaramazlara; haftada bir, geceleri oynatılan filmleri izleme yasaklanır; ona da "sinemadan mahrumiyet cezası" denirdi.
    Ve yaramazların numaraları, film başlamadan önce salonda okunur ve kendileri süklüm püklüm dışarı çıkarılırdı.
    ***
    Sadece rahmetli annem, dayakçı bir ilkokul öğretmeni gibiydi; babama kızdıkça bana çakardı şamarı.
    Küçücük Jay, dert yanmak için gelip bizlere sarıldığında; bendeniz de, sert hanım öğretmenin, anneme ne kadar benzediğini düşünüyorum.
    Babam, biraz da o yüzden beni 8 yaşındayken bırakmıştı yatılı ilkokula.
    ***
    Kutuplaşmalar ve gerim gerim gerilmelerle çalkantılı bir döneme doğru kayılmaya başlandı mı; cerahatli bir zırvalık da yaygınlaştıkça yaygınlaşır.
    ***
    Bir cumartesi sabahı, Köyceğiz Gölü'ne karşı, yaklaşmakta olan bir ayrılığın gönül öpücüklerinden birini göndermek yerine; yaşlı bir dert babası olarak, bizim pancar motorunda, yüzümü de buruşturan "kodum mu oturturum" sirkesi çalkalamak.
    ***
    "Onlar-biz" ayrımı, en sonunda görünmeyen bir uçuruma doğru arka arka gitmek olacak ama, kimler ne kadar farkında ki bunun?
    Ne demişler:
    - Tezekten terazinin boktan olur dirhemi.

    çetin altan
    0 ...