"yasaklanmış diller konusu, bana diyarbakır cezaevindeki ilk görüş günümü hatırlatır hep. görüş süresi çok kısaydı, beş dakikadan bile az. kürtçe konuşmak yasaktı. tutuklandıktan dört ay sonra görüşe çıkardılar. çok beklemeden, babam ve annem yaşlarından beklenen bir yavaşlıkla kabine girdiler. kabini aydınlatan loş ışıkta, sıfıra vurulmuş saçlarım, iyice çökmüş avurtlarım ve incelmiş bedenimle, bir hayaletten farksızdım. annemin bu görüntüden korktuğunu hissettim. ayakta duramadı, kabinin içine yığıldı kaldı. beni tanımıştı kuşkusuz, ama oğlunun bu gördüğü insandan farklı biri olduğunu hatırlamıştı sanki ve bu insanın oğlu olduğundan emin olmak için belki, dışarıda ona kürtçe konuşmanın yasak olduğu söylendiği için, heyecandan titreyen bir sesle, babama dönüp, arapça, “hey orhan vê” (bu orhan mıdır) diye sordu.
babam, her zamanki soğukkanlılığı içinde, “e behiye huvêvê” (evet behiye odur) dedi. gardiyanlar hemen müdahale ettiler. belki de ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyorlardı. yasak kürtçeye idi. ama ‘mevzuatı’ o anda inceleme imkânı yoktu ve işte yaşlı bir kadın oğluyla arapça konuşuyordu. kısa bir duraklama oldu. ve sonra da gardiyanlar aslında yasağın türkçenin dışındaki bütün dilleri kapsadığına, ‘mevzuata’ bakmadan o anda karar verdiler. annemin kollarına girip onu görüş kabininden çıkardılar. babam duruma itiraz etti:
- haydi kürtçeyi anladık, ama ya arapça, arapçayı da mı yasakladınız?
- arapça da yasak! ‘türkçe konuş, çok konuş’ yazmıyor mu burada?
evet, görüş kabinlerinin hemen üstünde gerçekten böyle yazıyordu: ‘türkçe konuş çok konuş!’"....