neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    136.
  1. isviçre'nin Luzern kentindeki görkemli konser salonunda, Fazıl Say'ın "Harem ve Binbir Gece" bestesi; kentin ünlü orkestrası tarafından ilk çalınışı bittiğinde; izleyicilerden kopan alkış, dakikalarca ve dakikalarca sürdü gitti.
    O sırada bendenizin Köyceğiz'de TV'ye takılı gözlerinde ters orantılı 2 merdiven canlanıyordu; birincisi yukarı, ikincisi aşağıya doğruydu.
    * * *
    Yukarı doğru çıkan merdivende müzisyenler, ozanlar, yazarlar, ressamlar, heykelciler ve tüm sanat dehalarıyla, bilim dehaları vardı.
    Aşağı doğru inen merdivende ise; Fazıl Say'ın alkışının, ömrü boyunca yarısını bile duyamamış olan "boğa" makyajlı politika buzağılarıyla; onların peşinde gruplaşmış mesleksiz gurkaları vardı.
    * * *
    Yukarı doğru çıkan merdivendeki evrensel değerlere, "boğa" makyajlı politika buzağıları; öfkeyle kinle, haset ve kıskançlıkla diş gıcırdatıp dururlar ve hepsinin, kendi ağız köpüklerine mendil olmasını isterlerdi.
    * * *
    Yukarı doğru çıkan ve aşağı doğru inen merdivenler...
    Yukarı doğru çıkan merdivenlerde; "gelişmişlik" payesine hep hasret kaldığı için övünme açlığını bir türlü doyuramamış olan tribünlerimizden de tırmanmış olanlar, az değildi.
    * * *
    Orhan Pamuk da o merdivenlerin tepesindeydi, Fazıl Say da, heykelci ilhan Koman da, Yaşar Kemal de ve çeşitli dillere çevrilmiş 30'a yakın yazarımız da...
    * * *
    Ne çare ki "onlar-biz" ayrımının, dışa kapalı kümeslerinde horozluğa özenenler; kendi anadillerinin yazı bahçelerinden de habersizdiler, o bahçelerde taçlanmış kalemlerden de...
    * * *
    Milyonlarca kadının yaş günlerinde, bir buket çiçekle bile kutlanmadığı feodal ve oligarşik bir yapılanmada; Ruhi Su, Selçuk Uraz gibi müzisyenler de tıkılabilir içeri, Nuri iyem gibi ressamlar da ve Yaşar Kemal de, "kıçı kırık iki roman yazmış, kendini adam sanıyor" diye küçümsendikten sonra; Orhan Pamuk'a da, suikast planları başlar düzenlenmeye.
    * * *
    Bundan 60 yıl önce Namdar Rahmi:
    Sende cevher var imiş, bunu âlem ne bilsin;
    Süslü bir dairede müdür bile değilsin.
    Diye yazıyordu.
    * * *
    Fazıl Say da geri döndüğünde, aman hiç tekrarlamasın şu Osmanlı beytini:
    Yok ise nağmeni takdir edecek guş (kulak)
    israf-ı nefes eyleme, tebdili mekân et
    * * *
    TBMM'deki AKP grubunda, yağmakta olan yağmurlarla tavan, fiyakalı bir koltuğun üstüne akarken; ıslanıp duran koltuğun çıkarılıp, yerine bir kovanın konması çok eğlenceliydi.
    * * *
    Bir yandan da TV kanallarındaki açık oturumlarda, Sevr ve Lozan tartışılıyordu.
    Kimse de, Lozan Antlaşması'nı imzalamamış olan ABD'nin, Türkiye'de gizli-açık kaç askeri üssü bulunduğundan söz etmiyordu.
    * * *
    Ailesiyle birlikte sayıldığında, 10 milyon kişi "politika"ya lehimlenmişti. AB üyesi olunduğunda ve Kopenhag kriterleri uygulamaya başlandığında, "politika"nın rantı azalabilirdi.
    * * *
    Oysa boşunaydı kaygıları. Öyle bir üyelik, Rusya da AB üyesi olduktan sonra, 25-30 yıllık bir uzaklıktaydı.
    O tarih gelinceye dek, çalkantılı bir dönemden geçileceği de; artık gün günden daha çok netleşiyordu.
    * * *
    Neyse ki Fenerbahçe, Sevilla'yı 3-2 yendi.
    Zaferin coşkusuyla yeri göğü inletmek, elbette ki hakkımız. Dünya bir kez daha hayran oldu futboldaki performansımıza.
    Yukarı doğru çıkan merdivendeki değerleri de, elbet bir gün öğreneceğiz alkışlamasını.
    * * *
    Türban satışlarıyla bayrak satışları at başı gidiyormuş.
    Fazıl'ın konserinden sonra, piyano satışları da bir hayli kıpırdamış olmalı.
    * * *
    Önceki gün yaz iyice gelmişti Köyceğiz'e.
    Avrupa jet sosyetesinin en pırlantalı yıldızıyken; bir gün kendi kullandığı yatla iztuzu plajlarına gelip, önce plaja diktiği bir kulübeye, sonra da Dalyan'a yerleşerek kendini çevre korumacılığına adayan 87 yaşındaki kadın kaptan June ile Koliba'da güzel saatler geçirdik.
    * * *
    Karetta karetta'ların iztuzu plajlarına yumurtladığını keşfederek, onlar hakkında dünya dillerine çevrilen bir de kitap yazmış olan kaptan June, artık Türk vatandaşı olmak istiyordu.
    Ve kendisiyle dalga da geçiyordu:
    - Yaşlı olduğum için, niyetimin fahişelik yapmak olmadığını anlarlar ve herhalde zührevi hastalık muayenesine göndermezler beni, diyordu.
    * * *
    Bendeniz de, dilimize pelesenk olmuş bir saptamayı tekrarlayarak:
    - Burası Türkiye, belli olmaz demedim.
    Muğla Valisi'nin, dikkatli bir anlayış sahibi olduğundan söz ettim.
    * * *
    Köyceğiz Gölü, bir anda şubat soğuklarını silen güneşin altında, şıkır şıkır uzanıyordu.
    "Koliba" kafeteryasının adı da; Gazi'nin Rumeli şivesiyle "kulübe"ye, "koliba" dediği rivayetinden uzantılıydı. Kafeteryalarına büyük özen gösteren Ahmet ve eşi Suna ile kıvır kıvır saçlı Laika da, doğrusu pek içtendiler.
    * * *
    Bizim Köyceğiz günleri, yine sonuna yaklaşmakta.
    Ah keşke biraz da bilinseydi Köyceğiz'in, Karya ve Kaunos uygarlıkları döneminde, 2300 yıllık bir başkent olduğu...
    * * *
    Enseyi karartmayın.
    20-25 yıl sonra "seviye" ile "seviyesizlik" de, zıtlaşmaktan vazgeçer ve başlarlar birlikte vals dönüşleriyle dans etmeye.
    Hele şu politikanın rantıyla, "egemenlik saltanatı"nın yerini almaya başlasın mesleklerin getirisiyle, "üretim saltanatı".

    çetin altan
    0 ...