ankara'da bir kamu kurumunun yerleşkesini yapıyoruz. neyse bitime yakın, kurum personelleri üst katlara yerleştiler. bir gün eksikleri ve tamirat gereken yerleri tespit etmek için kurumun kullandığı katlardan birinde gezinmekteyim. arkamdan heyecanlı ve biraz da tedirgin bir ses duydum.
+bakar mısınız?
döndüm baktım. orta yaşlarda iki bayan. birisi hafif kilolu. diğeri saçlarını at kuyruğu toplayıp gelmiş.
+binayla siz mi ilgileniyorsunuz.
-evet.
ağlamaklı bir ses, panikli jest ve mimikler...
+biz çok mağduruz. çok zor durumdayız.
evet oluyordu böyle şeyler. arada camı takılmayan,kapanmayan pencereler, iyi çalışmayan havalandırma ve ısıtma sistemleri, arada çalışmalardan dolayı kesilen elektrik vs. bu cümleyi katlara her çıktığımızda duyuyorduk. ufak tefek böyle aksaklıklar oluyordu. elimizden geldiğince ivedi bir şekilde de bu olayı çözüyorduk. neyse sorun ne diye sordum. bu ses tonu, bu hareketler ve mağduriyet beni de tedirgin etmişti.
+bizim koridora çay ocağı koymayı unutmuşsunuz. çayımızı ya üst kattan alıyoruz ya da karşı koridordan. getirirken çayımız dökülüp elimizi yakıyor. çok mağdur durumdayız çok.
ve o an sessizlik başlamıştı. sadece hanımefendi ile birbirimize bakıyorduk. benim duruma çözüm üretmemi bekler gibiydi bakışları. bense ilk defa bu kadar çaresizdim. aslında unuttuğumuzun çay ocağı değilde derdini s.kiyim butonu olduğunu anladım. o butona basınca döşeme açılacak ve sonsuz boşluğa düşecekti dert sahibi. bunu tasarlamak hatta bunun hakkında yönetmelik çıkarmak gerektiğini düşündüm. çay ocağını unutmamıştık. projesi öyleydi. hatta kurum mevcut olan çay ocaklarına ek olarak 15 tane daha çay ocağı istediği zaman personellerinin böyle dertleri olduğunu bilmiyordum. artık aylardır cevapsız kalan sorumun da cevabını almış oldum. çay taşırken elleri yanıyordu personellerinin. bir süre daha bakıştık. "projesine göre yaptık." demekle yetindim. gözlerinde tatmin olmamış bir bakış vardı ama hayatın gerçeklerini yaşayarak öğrenmek zorundaydı.