daha doğrusu "ne kadar harika bir gün". bazı zamanlar oluyor ki bu cümleyi kendime söylerken buluyorum yine kendimi.
"ne kadar harika bir gün. çay mı demlesem kendimi mi assam karar veremiyorum." diyor anton çehov. işte bu yüzden karanlık zamanlarımda farkında olmaksızın yahut farkında olarak ışığı bulmak adına oluyor bazı çay demleyişlerim. aslında demlenen her çay; yaşamayı seçişimin etrafımdakilerin bana baktığı sahnede yüzümde, sözlerimde ve yazılarımda zuhur eden bir sembolü oluyor adeta. bu yüzdendir ki görünürde işin özünü etrafımda benden başka hiç kimse bilmiyor, bilemiyor. aslında sol yanımda hep sevgili çehov, önümde ise şekersiz ve demli bir çay oluyor. normal zamanların aksine bir nevi ab-ı hayat ile demleyerek içtiğim o büyülü çay, benim için bir çok kişiden sakladığım ve zayıf tarafımın tezahürünü betimleyen bir anlamın ruhuna çoktan bürünmüş oluyor. ardından ise pek tabii çehov'un ironik kararsızlığı şahsımın ölüm korkusuyla ve yaşamayı seçişi ile çatışmaya başlıyor. belki de henüz tinsel manada onun kadar gardımı düşürmediğim ve mutlak bir şekilde hayat sahnesinden sıkılmadığımdan olabilir bu durum. belki de zihnimin ücra köşelerinde kendimin bile farkına varamadığı "kırılgan bir camdan yapılmış iyimser bir varlık" yatıyor. tabii böyle bir durumda aniden sağ yanımda beliren sevgili kundera'nın "iyimserlik insanın afyonudur" sözüyle birlikte karşı karşıya kalmak, çehov'la çatıştığım yetmezmiş gibi iyice dayanılmaz bir ağırlığa dönüşüyor. son bir ihtimal ise farkında olmaksızın yaşamayı seçişlerimin özü, demlemeye karar verdiğim her çay sonrası kör oluşlarımın ardına gizleniyor ve ben bunu maalesef göremiyorum.
bilmiyorum. ne olursa olsun bu hep böyle mi devam edecek? acaba bir gün çay demlemekten vazgeçecek miyim? eğer günlerden o gün gerçek anlamda çok güzel bir gün olursa neden olmasın.