geçen gün tv'de denk geldi. malumunuz; haberlerin izlenecek bir tarafı kalmadı, zaten izleyecek doğru dürüst kanal da kalmadı ya, neyse, kaptırdım izledim filmi. çocukluğumdan bu yana 3-5 defa izlemişimdir ama bu son izleyişimde garip bir şey hissettim. adına samimiyet mi, huzur mu, adalete tekrar inanabilmek mi, yoksa hepsi birden mi desem bilemiyorum ama derinden garip bir his yumağı kapladı içimi.
samimiyet, huzur, adalet... bu kavramlara o kadar yabancılaşmışız ki yıllardır; insanlardan o kadar soğumuşuz, o kadar çok ümidi kesmişiz ki herkesten, her şeyden. filmin fantastikliği de işte tam orda başlıyor. kötülüğe karşı saf iyilik, küfürsüz, hakaretsiz, bıkmadan usanmadan iyilik. prensin rüyasında gördüğü bir kıza aşık olması ve ondan başkasıyla iyi olamayacağını düşünmesi, birbirine adanmış masum hayatlar. ve tabii ki adaletin tecellisi. bunlar artık fantastik. (bir de gerçek hayata bakıyorsun; bel altından üste çıkamayan muhabbetler, kadını salt seks objesi olarak gören skor sayacına dönüşmüş zavallı yığınlar...)
güzel mi güzel bazı şeyler kaybedilmiş, unutulmuş. bazı eski filmleri izleyip, kitapları okuyunca çok acıyorum şimdiki insanlığa, düştüğü zavallı seviyeden dolayı.