uğruna hayatımı adadığım yüceler yücesi bir duygunun, gönlümün orta yerine saplayıp bıraktığı paslı bir hançerin sonucudur. başkalarının "orospu çocuğu" demesine bile aldırmayacak denli gamsız bir kendini kaybetme halinin baş sorumlusu, kalp telimizi tıngırdatarak kayahan'dan "bizimkisi bir aşk hikayesi" ezgilerini döktüren ukala bir müzisyendir. anlayın işte; biyolojik, fizyolojik, sismik ve politik dengelerinizi altüst eden bir borsa spekülatörüdür.
aşk denen duygunun kör edici parlaklığı zifiri gecelerimi aydınlatmadan önce bilmiyordum, aynı zamanda ne kadar acı verici de olduğunu. ne versem karşılık bekliyor, bir sevdiysem iki sevilmek istiyordum. kendimi sevgilimin o yumuşacık ve huzur dolu kollarına attığım vakit dünya dururdu benim için. şımartsın beni isterdim. parmaklarını dudaklarımın üzerine koysun ve beni sustursun. benim için ölsün hatta. ve ben bunun karşılığında sadece azıcık bir ilgi göstereyim, arada bir çiçek alayım. aza kanaat etsin. benim bir tohum tanesi olan sevgimi alsın ve bana kocaman bir kiraz ağacı olarak geri versin. kısacası; koşulsuz sevgiyi veren değil alan olayım istedim her zaman.
gel gör ki kazın ayağı hiç de öyle değildi. uzunca bir zaman sonra boğmaya başladı beni bu vermeden alma hali. "bu ne şimdi" diyordum kendi kendime. bu kadar karaktersiz bir insanla ne işim olabilirdi allah aşkına? kan ter içerisinde uyandığım boğucu kabuslar ve bitmek bilmeyen buhranlarım dayanılmaz bir raddeye varınca bir kalemde sildim onu. aramadım bile, öylece bırakıverdim. madem bir beklentisi yoktu benden, o zaman bensiz de yapabilirdi pekala.
başka bir aşka yelken açmak için uzun süre bekledim. kadınlara inancım kalmamıştı çünkü. daha doğrusu; beni belli bir karşılık alma umuduyla sevecek bir kadın bulma inancımı kaybetmiştim. tüm kadınlar ve erkekler karşılıksız seviyordu birbirini. hiçbir beklentileri yoktu. böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyordum. bu kadar ezilmişlik fazlaydı...