Bir mizah yazarı, sinirlenip kızdığı birine -varsayalım bir siyasetçiye-:
- Ben, demiş; "sonsuz"un ne olduğunu bir türlü algılayamıyordum; ta ki senin salaklığınla karşılaşıncaya dek...
* * *
Böylesine dikenli bir yergiye acaba ABD'li bir siyasetçi ne derdi?
Belki de gülerek şöyle derdi:
- Şimdiye dek hiçbir işe yaramadığımızı iddia edenler şaşıracaklar; işte nihayet ortaya çıktı bizim de bir işe yaradığımız. Keşke kıvrak zekâlı mizahçımız, kendi "değerini" aynaya tuttuğunda algılayabilseydi "sonsuz"un ne olduğunu.
* * *
AB'li bir siyasetçi, böyle bir yergiye ne derdi acaba?
Ola ki o da şöyle derdi:
- Böyle tırpanlı çiçeklerin de açabildiği bir bahçede bahçıvanlık etmek kolay değil; biz onları özgürlük hortumuyla sularken, bazıları suratlarına tükürdüğümüzü sanıyor. "Sonsuz"u algılamanın en kolay yolu 2 paralel çizginin buluştuğu noktaya bakmaktır. Ola ki orada "zarafet" de buluşuyordur tırpanlı bir çiçekle.
* * *
Yerel bir siyasetçinin ise, ne diyeceği malum:
- Savcılar nerede?
* * *
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- Hoca, her zaman "gelişmiş"lik platformunda oturan bir ülkeyle; yüzlerce yıldan bu yana, sadece "gelişmekte olan" bir ülke arasında ne fark vardır?
* * *
Nasreddin Hoca, gülümseyerek sakalını sıvazlamış:
- "Gelişmiş" ülkelerde, demiş; limanlar büyüktür, deniz ticareti büyüktür, adalet sarayları büyüktür, demiryolu şebekeleriyle hızlı trenlerin istasyonları büyüktür, kazançlar büyüktür.
Ve eklemiş:
- Yüzlerce yıldan beri sadece "gelişmekte olan" ülkelerde ise, bütün bunların yapılacağını vaat edenler büyüktür.
* * *
Mikrofonu her ele alışta, tarihi bir geçmişle övünüp duran bazı nutukçu demagogları gördükçe; Alman edebiyatının önde gelen şairlerinden Yahudi kökenli Henri Heine'nin, atalarıyla övünüp duran bir aristokrata karşı yaptığı benzetme geliyor akla.
* * *
Henri Heine, yine bir gün sülalesiyle övünüp duran aristokrata:
- Siz, demiş; tıpkı patatese benziyorsunuz.
Arisrokrat hiçbir şey anlamamış:
- Neden, diye sormuş.
- Neden olacak, patatesin de sadece toprak altında olan bölümü önemlidir; üstündeki hiçbir işe yaramaz.
* * *
Av. Taner Aktop'un, yüzleri aşan fıkra stokundan, bir mahkeme fıkrası.
Ağır ceza yargıcı, bir tecavüz davasını yürütürken; karşısındaki cüce sayılacak boyda, sıska, çelimsiz erkekle; boyu 1.85'i aşan, iri yarı mağdur kıza bakar.
Aklı pek yatmaz, sıska çelimsiz, cüce erkeğin böyle bir tecavüzü nasıl işleyebildiğine; olay yerinde keşif ve tatbikat yapılmasına karar verir.
* * *
Keşif günü dağ başındaki bir köye gidilir. Tecavüz olayının evin bahçesinde, tenha bir köşede gerçekleştiği iddia edilmektedir.
* * *
Yargıç, cücemsi oğlana:
- Anlat, der; nasıl oldu?
Sıska, çelimsiz genç, kızın neredeyse ancak yarı beline gelmektedir. Ama çaresiz, kızın yanına yaklaşıp anlatmaya çalışır:
- Bir biriketin üstüne çıktım, öyle oldu.
* * *
Cüceyi, bir biriketin üstüne çıkararak bir deneme yapmaya kalkarlar. Oğlan, yine ufacık cüce kalmaktadır iri yarı kızın yanında.
Yargıç, kaşlarını çatmaya başlar.
* * *
Bu kez, cücemsi erkek:
- 2 biriketin üstüne çıkmıştım, der.
2 biriket üst üste konup, bir deneme daha yapılır.
Yine olmaz.
* * *
Ufacık erkek, bu kez de:
- 3 biriketin üstüne çıkmıştım, der.
Kendisi, yeni bir denemede 3 biriketin üstüne çıkarılınca, pat diye yere düşer.
* * *
Yargıç artık iyice sinirlenmiştir:
- Hey buraya bak, sen adaletle dalga geçip kafa mı buluyorsun ha, diye bağırmaya başlar.
* * *
Bu sırada iri yarı kız, duyulur duyulmaz bir sesle ve yörenin şivesiyle:
- Accük de, der; ben çömeliverdim.
* * *
Seçim sandıklarıyla, her zaman durumdan yakınıp duran seçmenleri anımsatıyormuş gibi bir fıkra işte.
Galiba seçmenler de azıcı çömeliveriyorlar.
* * *
9'uncu yüzyılda yaşamış Çinli şair Tsa-O Sung'un, Tarık Dursun K. çevirisi bir şiiriyle bitirelim yazıyı.
Beklerken
Bir sabah vakti...
Kapımı ardına kadar açıp bekleyeceğim
Bir sabah vakti...
Kapım ardına kadar açık,
Onu bekleyeceğim, gözlerim yollarda
Mutlaka gelecek, eminim.
Çünkü söz vermişti, sözünde duracak;
Buluştuğumuzda, rüyalarımda...