neler yapmadık bu vatan için

entry156 galeri
    131.
  1. 2300 yıl önce, gündüzleri elinde bir fenerle Sinop'un sokaklarında dolaşıp duran Diojen:
    - Bir adam arıyorum, diyordu.
    * * *
    Diojen bugün sağ olsa, belki yine gündüzleri elinde bir fenerle dolaşarak:
    - Öfkesiz bir adam arıyorum, diyecekti.
    * * *
    Hazine'den geçinmeli "meslek yoksunu" atanmışlarla seçilmişlerin; akıllarından tanjant bile geçmeyen konularla oynaşmanın tadı bir başka.
    işte onlardan birkaçı:
    1- Tüm Türkiye'de kaç yüz bin dönerci ustası var ve onların yıllık kazançlarının ortalaması ne kadar?
    2- 3200 belediyedeki itfaiyeci kadrosu toplam ne kadar ve onların yıllık ortalama maaşları kaç YTL?
    3- Memduh Şevket'in, Fahri Celal'in, Haldun Taner'in yazmış oldukları öyküleri; üslubuna bakarak bir çırpıda birbirinden ayırabilecek kaç Hazine'den geçinmeli var?
    * * *
    28 yaşından küçük, kendine "çarpıcı bir kimlik" bulma özlemi çeken ve hayatla nasıl baş edeceğini de pek bilemeyen 40 milyon mesleksiz genç; psikopatolojik birer öfke volkanına dönüşmekte...
    Tıpkı istanbul depremi gibi, siyasal iradenin dışında dönüşmekte.
    * * *
    Bir de yaptığı işe âşık, kimseye muhtaç olmadan ferah fahur yaşayan huzurlu dostlar var.
    Örneğin, Kızılyaka'da "kuru fasulye güveçte" ve etlisi, tatlısı, yumurtalısı, tahinlisiyle; o an fırından çıkma sıcacık pideler vitüözü Osman Aydın ve eşi Şadiye Hanım...
    * * *
    Örneğin Muğla'da, imbikleri birbirine bağlayan cam borularıyla, cam şişeleriyle; bir kimya laboratuvarına benzeyen 2 metrekarelik dükkânında sürekli yeni kokular üreten kolonyacı Ahmet...
    * * *
    Örneğin, Köyceğiz çarşısının girişinde, kaldırıma taşmış masaların dışında, 4 metrekarelik lokantasında; yuvarlak ufak cızbız ızgara köftelerle, kıvamında soğanlı piyaz servisi yapan Mehmet ve eşi Sabahat Hanım...
    * * *
    Örneğin, Bağdat Caddesi'nde, 40 yıldan bu yana 2 metrekarelik atölye-dükkânında çeşit çeşit saatleri tamir edip duran ve şimdi artık bin bir çeşit saat da satmaya başlayan saatçi Arif...
    * * *
    Her ne kadar Hazine'den geçinmeli "mevki sahipleri", işine âşık "meslek sahipleri"nden daha itibarlıysalar da; hiçbir zaman ne onlar kadar özerklik, ne de onlar kadar gelişmiş bir kazanç sahibidirler.
    * * *
    Polemik cambazlığı yarışına girmiş politikacılara hiç benzemeyen, eski Kültür bakanlarından Fikri Sağlar; Türkiye'de yıllık uyuşturucu ve silah kaçakçılığının 60 milyar doları bulduğunu söylemişti.
    * * *
    Yılda 60 milyarlık uyuşturucu ve silah kaçakçılığı sorunu; nedense hiçbir açık oturumda gündeme gelmedi.
    * * *
    Hoş, gündeme hiç gelmeyen konu sadece o mu?
    1939 yılında ismet Paşa Cumhurbaşkanı olur olmaz; vaktiyle Başbakanlık'tan istifa ettiğinde, kendisiyle birlikte Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı'ndan hemen istifa etmiş olan Dr. Refik Saydam'ı, Başbakanlığa getirmişti.
    Ve Başbakan Refik Saydam'ın ilk verdiği demeç şu olmuştu:
    - Her işimiz A'dan Z'ye bozuktur.
    * * *
    1923-1938 arasında da, birçok siyasal sorumluluk almış bir Başbakan tarafından; her işimizin A'dan Z'ye bozuk olduğunun açıklanması, üstünde durulmayacak bir konu muydu?
    * * *
    Her işimiz neden A'dan Z'ye kadar bozuktu?
    Şayet konu merak edilse ve gitgide kurcalanması cızzz sayılan, dogmatik ve kutsal bir tabulaştırma zırhı içine sokulmasa; belki de içine hızla kayılmakta olan bir çalkantı dönemi, hiç yaşanmayacaktı...
    Ama artık vakit çok geç...
    * * *
    Resmi klişeler malum:
    - Milli çıkarlarımıza göre şöyle, milli çıkarlarımıza göre böyle...
    istanbul trafiği de, herhalde milli çıkarlarımıza göre öyle.
    * * *
    Can Dündar'ın "Nasıl" programına katılan Adalet Bakanlığı'ndan geçmiş politikacılar; izleyicilere, 4 bin savcı ve yargıç eksiği bulunduğunu duyurmuşlardı.
    * * *
    1939'da Başbakan Dr. Refik Saydam, "Her işimizin A'dan Z'ye bozuk olduğunu"; 2008'de de Adalet Bakanlığı'ndan geçmiş politikacılar, 4 bin savcı ve yargıç eksiğimizin bulunduğunu açıklıyorlardı.
    Demek ki milli çıkarlarımız, böyle olmasını gerektirmişti.
    * * *
    Dün Köyceğiz'de hava güneşliydi ve işlerine âşık dostlar, her türlü saçma sapanlığın dışındaydı.
    * * *
    Bendeniz kanapeye uzanınca, hemen gelip yanıma yatan Otello da, durumu anlıyor gibiydi ve kendisine:
    - Sen de hiç saçmalamazsın değil mi, diye sorduğumda; sanki "evet" anlamına:
    - Miyav, diyordu.

    çetin altan
    1 ...